BÖLGESEL GÜÇ OLARAK AVRUPA BiRLiĞi VE DIS POLiTiKA


E. Sare YILMAZ*
Yücel UĞURLU
    Ankara Avrupa Çalısmaları Dergisi                                          Cilt:12, No:2 (Yıl: 2013), s.81-104

BÖLGESEL GÜÇ OLARAK AVRUPA BiRLiĞi VE DIS
POLiTiKA

Özet

Kıta Avrupası, 20. yüzyılda yaşamıs olduğu 1. ve 2. Dünya Savaşlarının hemen
ardından sosyo-ekonomik kalkınmanın yollarını aramıştır. Avrupa’nın yeniden
inşası, savasın ham maddesi olan kömür ve çelik birlikteliği ile başlamıs, kendi
içinde Avrupa Kömür Çelik Teskilatı (AKÇT), Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET),
Avrupa Topluluğu (AT) ve Avrupa Birliği (AB) olarak günümüze kadar gelmistir. Bu
çalısmada, basladığı noktadan bugüne, kendi bölgesinde gerek ekonomik, gerek
siyasi olarak güçlü bir Avrupa Birliği fikrinin bugün geçerliliğini halen koruyup
korumadığı sorusuna, AB dıs politikası üzerinden cevap aranmıstır. Soğuk Savas’ın
sona ermesiyle birlikte coğrafi olarak doğuya doğru hızla genisleyen AB,
beraberinde dıs politika, güvenlik ve savunma gibi konularda yeni arayısların
içerisine girmistir. Bu arayıs AB’ye gerek kendi kıtasında, gerekse yakın kıtalarda
belli bir güç olusturmasını sağlamıstır. Bu gücün varlığı ve sürdürülebilirliği, AB
dıs politikasının Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya üzerinden örneklerle açıklanmaya
çalısılmıs ve güç kavramının nasıl ve neden sivil-askeri güçten normatif bir güce
doğru kaydığının üzerinde durulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Entegrasyon, Dıs Politika, Bölgesel Güç

Abstract

In the aftermath of the World War I and World War II that hit Europe in the
20th century, Continental Europe embarked on a quest for socio-economic
development. Whereas coal and steel were the raw materials that led to war,
reconstruction of Europe was initiated by a coal and steel association, which, in
time, turned into European Coal and Steel Community, then into European
Community and finally into the European Union as we know it today. This paper
looks into EU foreign policy to find out whether the reflection of both economically
and politically strong EU has hold so far. In parallel to its geographical expansion
to the East following the end of the Cold War, the EU began a new search in the
fields such as foreign policy, security and defence. This search helped the EU exercise a certain power not only in its own continent but also the neighboring
continents. This paper seeks to explain the existence and sustainability of that power
through examples of EU foreign policies against Africa, Middle East and Central
Asia. Moreover, the paper focuses on how and why the notion of power has shifted
from civil-military power to normative power.

Key Words: European Union, Integration, Foreign Policy, Regional Power.

Giris

              Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Avrupa Birliği’ni, Türkiye -AB iliskileri
üzerinden değerlendirmeye çalısmak, AB’nin dünyanın diğer bölgeleriyle iliskilerini
göz ardı etme yanlıslığına düsürebilir. Gerçekten de, Avrupa Birliği’nin
kurulusundan bu yana planlayıp öngördüğü “üçüncü taraf” olan diğer ülkelere karsı
politikalarının, kurulusundan bu yana var olduğu ve dıs politika ilgi alanında bu
politikalarla orantılı coğrafi olarak genislediği ve derinlestiği gözlemlenmektedir.

          Kısaca da olsa, tarihsel olarak AB’ye baktığımızda, dönemin Fransız Dısisleri
Bakanı R. Schuman’ın deklarasyonu ile baslayan sürecin Almanya’nın Essen-Ruhr
bölgesinde çıkan kömür ve çeliğin endüstriyel anlamda denetim altına alınması,
Almanya’nın Kıta Avrupa’sına yasatmıs olduğu savasta zedelenen ulusal ve
uluslararası itibarının yeniden kazanmak istemesi1, Fransa’nın bölgede liderlik
arayısı, yükselen Sovyetler Birliği dolayısı ile komünizm tehlikesi, gerek AB’nin
ortaya çıkmasında, gerekse dıs politikasının olusmasında ayrıca etkili olduğu gibi,
ABD’nin Avrupa’ya sağladığı ekonomik yardımları ise, Birlik üyelerinin ekonomik
ve demokratik anlamda kalkınmalarına ve özellikle NATO kanadı üzerinden
güvenliklerine olan katkısı ile bugün gelinen noktada altı kurucu ülke ile baslayan
yolculuk, 27 ülkeye ve toplam nüfusu 503 milyona yaklasmaktadır.

             Bölgesel güç olma konusunun birden fazla ayağı vardır: Birliğin bizzat
kendisinin de ötesinde olan “Avrupa mirası”, ortak tarihin etkisi, gelismekte olan
ülkelerle düzensiz ve karmasık olarak nitelendirilebilecek bir dıs politika, ulusal dıs
politikalar ile birliğin “genisleme-derinlesme” politikaları arasındaki iliski, hatta iç
ve dıs iliskilerde “medeniyet” vurgulu Avrupalı kimliği fikrinin gerilemesine
rağmen, bazı çevrelerce cezbediciliğini halen sürdürmesi2 gibi birçok doğrudan veya
dolaylı etken, AB’nin dıs politikasında etkili olmaktadır. Söz konusu dıs politikanın
olusumu, bir yandan Birliğin temel hukuk metinleri ve antlasmalarıyla, diğer yandan
zaman içerisinde fiili ve pratik uygulamalarla gelismekte olan bir sürece dayalı
olmustur.
          Biçim olarak çok-uluslu “Bölgesel bütünlesme” olarak adlandırabileceğimiz

bu olusumun içerisinde yer alan ülkeler, ulusal egemenliklerinden vazgeçmeseler de uluslarüstü bir olusumun parçası olarak belli konularda ortak hareket etmek
durumunda kalmıslardır. Ortak tarım politikası ve ortak gümrük birliği gibi konular
buna örnek olarak gösterilebilir. Ortak dıs politika, ortak hareket edilmesi gereken
bir olgu olsa da, üye ülkelerin AB dısındaki ülkeler ile çıkar iliskileri ve örneğin
ekonomik, sosyal veya kültürel konularda birbirlerine bağımlılıkları bazen buna
imkân vermemekte, bu da Birliğin ortak dıs politika gelistirmede ne kadar
zorlandığını ortaya koymaktadır.

        Bu makalede, öncelikle AB dıs politikasının Maastricht Antlasması’nın 2.
sütunu olan ortak dıs ve güvenlik politikası kapsamında geçse de, güvenlik
boyutundan ziyade dıs politikasının genel olarak nasıl olustuğuna, AB’nin tarihsel
açıdan dıs politikanın nasıl ilerlediğine, Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa Tek
Senedi ve Maastricht Antlasmalarının olusturulmaya çalısılan dıs politikaya nasıl
katkıda bulundukları ve son olarak tüm tarihsel ve felsefi arka plandan sonra,

örnekler üzerinden dıs politikanın kendisine bakılacaktır.

AB’nin Dıs Politika Gelisim Süreci 

       AB’nin dıs politikası, siyasi bir birliğe dönüsme sürecinde, içeride olduğu
kadar, ortak dıs politika, savunma ve güvenlik gibi daha dıs odaklı konulara ağırlık
vermeye baslamasıyla gelisen bir süreçtir. Bu gelisim sürecinde AB’nin kıta dısına
yönelmesi, uluslararası diğer aktörlerin izlediği yolu izleyerek, diğer bölgelerdeki
yeraltı kaynakları ile uluslararası pazarlara açılma, demokratik açılımlarla AB
algılamasında yer alan bölgesel ve uluslararası dıs tehditlerin azaltılması gibi
hedefler açıkça görülmektedir. Asağıda da vurgulanacağı üzere, AB öncelikle kendi
içinde ve bölgesinde varlığını güçlenerek sürdürmek ve diğer yandan, bölgesel bir
güç olma konumunu sürdürmek amacıyla ve bunun gereği olarak küresel sorunlara

da kayıtsız kalmamaktadır.

       Bu hedef ve ilgiler diğer aktörlerle kıyaslandığında, ne ABD gibi açıkça savas
tercihi ön plana çıkmakta, ne de Rusya Federasyonu gibi genellikle iç meseleleriyle
boğusmaktan dolayı, dünyanın diğer bölgeleriyle bir dirsek teması korumak seklinde
ortaya çıkmaktadır. AB, bu iki tercihin ortasında reel politiği gözlemleyerek “dıs
menfaat”leri açıkça ön planda olan bir dıs politikayı tercih etmistir. Dıs politikada,
demokratiklesme ve insan hakları baslıklarındaki yaklasımın, Birlik çıkarlarına göre
sekillendirildiği, “sahin politikalar” yerine Birliğin geleceğini dikkate alan, akılcı bir

dıs politika tercihinde bulunulduğu ortadadır.

        Bununla birlikte, AB politikalarının dısa yansımalarının hangi odağa yöneldiği
konusunda asağıda açıklanan “sivil güç” yaklasımı kadar diğer tezler de dikkat
çekicidir. Bir çalısmada dile getirildiği gibi, henüz kurulus asamasında olan bu
politikanın “sivil güç” mü, “yumusak emperyalizm” mi olacağı sorusu dikkat

çekicidir3. Tonra ve Christiansen’in ifade ettiği gibi, Birliğin dıs politikası henüz “yapıla gelmekte olan bir yapboz” gibidir4. Gerçekten de, bunun bir öğrenme ve insa
süreci olarak değerlendirilmesi isabetli olur.

     Küresel sorunlarla daha aktif katılımlı bir politikanın ekonomik güç, askeri güç
ve caydırıcılıkla yakından iliskili olması gerçeği, AB’nin özellikle son dönemlerde,
dıs politikasında yeni açılımlarla diğer kıta ve bölgelerle ilerleyen bir ivmeyle
ilgilenmesine izin vermemektedir.

      AB “Ortak Dısisleri ve Güvenlik Politikası” adı altındaki politikalarıyla
uluslararası gelismelere bigâne kalmadığını gösterirken, demokrasi, sosyal duyarlılık
ve barısçı tarzıyla ABD’den ayrılan yaklasımıyla farklılasmakta, fakat bu
anlasılabilir tercihin bir sonucu olarak ekonomik ve siyasi açıdan yeterli etkiyi

sağlayamamaktadır.

     Ortak dısisleri ve güvenlik politikası, içerdiği yeniliklere rağmen Birliğin
yapısı ve tabiatı gereği oldukça sınırlıdır. Reaksiyoner bir yapı yerine, daha aktif bir
yaklasımı içermeyi hedeflemistir ve bu politikanın bes esas üzerine kurulduğunu

ifade etmek gerekir. Bu genel hükümler su sekilde özetlenebilir5:

  • Birliğin ortak değerlerini, çıkarlarını, bağımsızlığını korumak,
  • • Birliğin ve üye devletlerin güvenliklerini gelistirmek,
  • • Uluslararası hukuka göre barısı korumak ve uluslararası güvenliği
  • güçlendirmek,
  • • Uluslararası alanda isbirliğini tesvik etmek,
  • • insan hakları ve demokrasinin gelistirilmesi.

      Üye ülkelerin farklılasan ulusal çıkarları, tarihi ve coğrafi faktörler, diğer
bölgelerle mevcut iktisadi, siyasi ve kültürel bağlantıları böyle bir tablonun ortaya
çıkmasında etkilidir6. Hiç kuskusuz, bu hedefler küresel emperyal bir güç olma
girisiminin değil, güçlü bir bölgesel aktör olmanın gereği olarak belirlenmistir.

      Bu hükümlerden yola çıkarak, bölgesinde güçlü bir Birlik ve güç olma
yolundaki AB’nin, uluslararası meselelerde aktif yönünü ortaya koyabilen,
meselelere öncelikle diyalog ve müzakere ile müdahale etmeyi bir yöntem olarak
benimsemiş bir ortak dışişleri ve güvenlik politikası (ODGP) olusturduğunu
söyleyebiliriz. Böyle bir politikanın ortaya çıkmasına, AB’nin kendi içerisinde
yaşamıs olduğu bir çeliskinin sebebiyet verdiği söylenebilir. İktisadi Kalkınma
Vakfı’nın 2002 yılında yayınlamış olduğu “Avrupa Birliği’nin Ortak Dısisleri ve Güvenlik Politikası ve Türkiye’nin Uyumu” adlı yayında bu çeliski söyle ifade
edilmektedir:
       “Kurulusundan günümüze Avrupa Birliği, yarım yüzyıl boyunca ABD’nin
askeri bakımdan koruyucu semsiyesi altında düsük askeri bütçelerin getirdiği
imkânlardan yararlanarak hızlı bir büyüme süreci yasamıs, öte yandan, yine askeri
bütçelerdeki bu kısıntıların bir sonucu olarak operasyonel hareket kapasitesini
asgariye indirmek zorunda kalmıstır. Değil dünyanın sıcak çatısma bölgelerine,
kendi etki alanındaki Bosna ve Kosova’ya dahi askeri operasyon yapma imkânının
olmadığı ortaya çıkmıstır7.

       Bu gelismeler açıkça AB ile ABD arasında çıkarların her zaman
kesismediğine isaret etmekle birlikte, çözümün yine ABD kaynaklarına basvurmak
seklinde aranması, çeliskinin bir baska dikkat çekici yönüdür. Ortak dıs ve güvenlik
politika gelistirmekte ve bu yönde atılan adımlardaki yetersiz zayıf politikalar
sonucu ortaya çıkan ABD’ye zımnen bağımlı olmak, kendini özellikle 11 Eylül
olayına karsı baslatılan “uluslararası teröre karsı savas” ve Irak’ın isgal edilmesinde,
AB devletlerinin ortak bir sesten ve hareketten yoksun olduklarını ortaya koymakta
ve çeliskinin derinliğini sergilemektedir8. Buna verilebilecek diğer bir geçerli örnek
ise, eski Yugoslavya’nın dağılması sonucu ortaya çıkan Bosna–Kosova-Sırbistan
krizinde AB’nin bazı üyelerinin Sırbistan’a karsı askeri harekâttan yana olmalarının
ve bazılarının çekimser kalmalarının, ortak hareket etmek için karar alamamaları ile
sonuçlanmıs olması ve dolayısı ile ABD’nin bölgede yalnız kalmasıdır9. Fakat daha
sonraları, kurulus amacı bölgede barısın tesis edilmesi olan AB ve aynı zamanda
NATO üyesi Birlik ülkeleri insani yardım malzemeleri desteği ve gıda gibi
yardımlarda bulunmuslardır. Ancak, daha önemli olan bölgesinde güçlü bir Birlik
olmak isteyen AB’nin, ortaya koymak istediği ortak dıs politika olusturmanın, ulus
devlet bilincinin ve ulusal çıkar önceliğinin daha fazla önem arz etmesinin hiç de
kolay olmadığını göstermektedir.

         Buradan hareketle, Maastricht Antlasması’nın üç sütunundan biri olarak
karsımıza çıkan ortak dısisleri ve güvenlik konularına yönelik politikaların nasıl
yürütüldüğü önem arz etmekle birlikte, üye ülkelerin daha sonraki uluslararası
meselelerde bu çeliskiye karsılık tutum ve tavırlarını nasıl ortaya koyacakları çok
daha önemlidir.

       Avrupa Birliği gerek yayınlamıs olduğu bildiriler, gerekse aldığı kararlar ile
dısisleri ve güvenlik politikasını daha islevsel hale getirmeye çalısırken, bir yandan
da bu politikayı gelistirmektedir. Bunları yaparken iki referansa öncelik
verilmektedir. Öncelikle, uluslararası politikanın kendisine yüklemis olduğu
uyusmazlıkların önlenmesinde, uluslararası sorunların çözümünde ve kriz yönetiminde Bakanlar Konseyi’nin AB Antlasmalarında tanımlanan yetkileri
kullanarak etkin karar almasına yönelik iradenin ve inancın ortaya konulması
misyonundan almaktadır. Buna ek olarak, Birlik 1970’te dıs politika tartısmaları,
istisareler, ortak beyanlar ve gerektiğinde ortak eylemler için bir Hükümetlerarası
forum sağlamak amacı ile olusturulan Avrupa Siyasi Đsbirliği’nin10 ve daha sonra
yayınlamıs olduğu Avrupa Tek Senedi’nin 30. maddesi 1. paragrafın “üye devletler,
ortak bir Avrupa dıs politikası gelistirip uygulamak için çaba göstereceklerdir11”
hükmünden ve son kertede Maastricht Antlasmasının 2. sütununda yer alan Ortak
Dısisleri ve Güvenlik Politikası’nın kurumsallastırılmasını referans almaktadır12.

      ODGP, AB literatürüne AT ile girmeye baslamıstır. 1957 tarihli AET’yi kuran
Roma Antlasması öncelikle ekonomik konularda bütünlesmeyi hedeflemis,
genisleme, güvenlik ve dıs politika, vergilendirme, göç ve iltica gibi yüksek önem
tasıyan ve AB literatürüne yüksek politika13 konuları olarak giren konular için bir
kapı aralamamıs, daha çok tekstil ürünleri ticareti ve tarım ürünlerinin serbest
dolasımına iliskin hedefi AB üyelerini ekonomik anlamda kalkındırmaya ve bunlara
benzer tek pazar hedefine yönelik olmustur. O dönemin dıs politikası, üye
devletlerin henüz egemenliklerini Birliğe devretme konusunda çekingen
davrandıkları bir dönemdir. Daha önce de ifade edildiği gibi, her birinin sömürgeleri
ile iliskileri henüz devam etmektedir ve sömürgeler ile veya üçüncü taraf olan
ülkeler ile devam eden çıkar iliskileri, dıs politikada ve ülkelerin ulusal
bütünlüklerine iliskin konular, örneğin vatandaslık kanunları, etnik gruplara iliskin
politikalar, sınırların tayini gibi henüz ortak karar alma veya bu kararların arkasında
durma gibi bir durum ortaya çıkmamıstır.14

Tarihsel Olarak AB ve Dıs Politika Gelisimi

      Dünya siyasal sisteminde iki kutuplu yaklasım, Soğuk Savas’ın baslaması ve
ulusal ve uluslararası politikaların bu sisteme göre sekil alması, AET’nin zaman
içerisinde dıs politika konularında da kurumsallasmaya yönelmeye zorlamıstır. AET
zamanla, kendi iç mevzuatından da güç alarak ve isleyisle bu yapıyı güçlendirmis,
ilerleyen yıllarda geleceğin “Avrupa sivil gücü”15 olarak ortaya çıkmaya baslamıstır.
Dünya konjonktüründeki Soğuk Savas’ın baslaması, kutupların belirlenmesi,
özellikle Doğu Almanya’nın Sovyet Rusya desteği ile bir askeri birlik kurması, Batı Almanya’nın buna karsılık yeniden silahlanmak istemesi, her ne kadar Fransa karsı
çıkmıs olsa da, NATO’ya kabulü, bu durum karsısında endiselenen Fransa’nın ortak
savunma birliği kurma fikri16 gündeme gelmis ve ardından 1950 yılında çıkan Kore
savası AB’yi Birliğin tam anlamıyla vücut bulması ve güçlenmesinden önce, ortak
ordu kurmaya ve Avrupa Savunma Topluluğu’na (AST) itmistir17. Fakat devletlerin
egemenliklerini bu kadar erken bir zamanda ulus üstü bir kuruma devretmeye
meyilli olmamaları nedeniyle AST, özellikle Fransa millet meclisinin antlasmayı
onaylamamasından dolayı basarısızlıkla sonuçlanmıstır. Ancak AB’nin bu girisimi,
NATO’da karsılık bulmus ve AET’nin ilerleyen yıllarda dıs politika ve güvenlik
konularında NATO tarafından anahtar kurum görevini üstlenmesine sebebiyet
vermistir18. Kendine özgü bir dıs politika yaratmaya çalısan AET için, bu durum dıs
politika gelistirilmesini bir dönem sekteye uğratmıs ve bir ilerleme ortaya
koymasının da önünü tıkamıstır.

      Ancak, ekonomik anlamda gelistirilen ortak pazar hedefi, üye devletler
dısındaki özellikle gelismekte olan Afrika-Karayip ve Pasifik gibi üçüncü ülkeler ile
yapılan ortak kalkınma politikasına yönelik ticaret antlasmaları, AET’nin
uluslararası arenada ekonomik isbirliğinin dısında sadece ekonomik aktör olarak
değil, aynı zamanda diplomatik ve politik bir aktör olarak karsılık bulma hedefini
güçlendirmistir19. Ayrıca bu durum, AET üyelerini ve uluslararası aktörleri,
bölgesinde güçlü, aktif bir Birlik olma konusunda beklenti içine sokmustur.

       Basarısızlıkla sonuçlanan AST’den sonra, 1960’lı yıllarda dünya politikasının
iki süper gücü olan ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki tırmanan güç savası ve bu
güçlerin Kıta Avrupa’sını çevreleme politikası (containment policy) ile kontrol
altında tutmaya çalısmaları20 AET’yi Batı ile Doğu arasında bir politika izlemek
zorunda bırakmıstır. Bu durum karsısında, Fransa’nın önerisi ile dısisleri ve
güvenlik politikası hedefiyle kültür, eğitim ve bilim alanında isbirliğini içeren
Fouchet planları devreye sokulmak istenmistir. Almanya, Fransa ile birlikte etkin bir
dıs politika yürütme planını desteklerken, üye ülkeler Fransa’nın etkin aktör olma
konusundaki hırsından ve çıkarcı bakısından rahatsız oldukları için kabul
etmemislerdir21. Bu gelismeler sonucunda, 1963 yılında sadece Almanya ve
Fransa’nın taraf olduğu özellikle savunma ve güvenlik konularını hedef alan Élysée
Antlasması imzalanmıstır22. Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta ise, Fouchet planının AET’nin basarısızlıkla sonuçlanan bu girisimlerinin özellikle dıs politika
anlamında ancak önceliğin siyasi birliktelik ile ortak bir dıs politikanın
olusabileceğini öngörmüs olmasıdır23. Bu öngörü, 1965 yılında üç farklı topluluğun
karar alma mekanizmalarının birlestirilmesi ile Avrupa Topluluğu’nu doğurmus ve
AT’yi bölgesinde giderek güçlenen bir aktör haline getirmistir. Bu durum, Avrupa
bütünlesme girisiminin ekonomik alandan siyasal alana veya Birliğe doğru
ilerlemesini göstermesi bakımından da önemlidir24.

       1969’da Lahey Zirvesi’nde üye devletler, Birliğin ekonomik meselelerinin
dısında siyasi birlesmede ilerleme kaydedebilmek için, Dısisleri Bakanları
tarafından “En Đyi Yollar” baslıklı bir raporun hazırlanmasını istemisler ve en
önemlisi, Birliğin politik bir aktör olarak güçlenmesini sağlayacak “dünyaya karsı
sorumluluklarını üstlenecek birlesmis bir Avrupa’nın” kurulması kararını
almıslardır25. AET’nin dıs politika gelistirme konusunda yasamıs olduğu bu
basarısız girisimler ancak yönetme ve yürütme kapasitesinde isleyen ortak bir
mekanizma26 olarak Lahey zirvesiyle karsımıza çıkmıstı. Bu zirve sonrasında 1970
yılında Dısisleri Bakanlarının sunmus oldukları, siyasi birlik yolunda ilerleme
kaydetmek için bilgi alısverisi, istisare ve üye devletlerin uluslararası faaliyetlerinin
esgüdümü çabaları dâhil olmak üzere dıs politika alanında isbirliği yapılmasını
öneren ve hedefleyen Avrupa siyasi isbirliği (ASĐ) ile günümüz AB dıs politikasının
temelleri de karsımıza çıkmaktadır27.

Avrupa Siyasi İsbirliği’nin AB’nin Dıs Politikasına Etkileri

Avrupa Siyasi İsbirliği, AET için 1970’ler ve 80’ler boyunca dıs politika
sorunları üzerinde ortak hareket etmeyi gerektirmis olmasına rağmen, Almanya ve
Fransa dısındaki üye devletler ASİ’yi kendi bünyelerinde mesruiyetlerini korumak
için uluslararası meselelerde aktif olmadan, değisen dünya sistemi içerinde yer
almanın bir aracı olarak görmüslerdir28. Önceliği yine kendi ulusal çıkarlarına
vererek, Birliğin ortak dıs politika meselesini ikincil konu olarak algılamıslardır29.
Birliğin ortak dıs politika gelistirmede ortaya koymus olduğu yetersiz performans,
bu yıllarda askeri bakımdan yükselise geçen ABD ve Rusya iliskileri karsısında,
Birliği askeri güçten yoksun, fakat güçlü bir ekonomik isbirliği hacmiyle Duchene
tarafından ilk kez ortaya atılan “sivil güç30” tanımlaması ile konumlandırmıstır.
Birliğin ortak dıs politika olarak benimsemis olduğu yol olan “sivil güç”, askeri kapasite olarak büyümekten ziyade uluslararası isbirliği, dayanısmayla uluslararası
meselelere dâhil olmak31 anlayısı ile ilerlemistir. Ancak bu kavram, zaman
içerisinde artan ve gelisen uluslararası meselelere karsı Birliğin sadece “sivil güç”
olarak kalmasının yetersizliğini ve dıs politikada alınan stratejilerin sürdürülebilir
olmayacağını da ortaya koyacaktır32. Bu yetersizliği AB, gerek derinlesme, gerekse
genisleme anlayısına paralel, yeni, daha aktif dıs politika arayısları ile devam
ettirmistir. Bu kapsamda, Ian Manners tarafından 90’lı yılların basında gelistirilen
AB’nin normatif güç olma kapasitesinden bahsetmekte fayda vardır. Manners’a göre
80’li yıllar uluslararası meselelerden dolayı, AB’nin ve ulus devletlerin askeri ve
sivil anlamada güçlenmesini gerektirirken, 90‘lı yıllarla birlikte dünya sistemindeki
gelismeler AB’ nin askeri güç olmasının ötesinde daha önemli bir görevi olduğunu
ve bu görevin Birliğin kurulus amacı olan bölgede barısın tesis edilmesi olduğunu
hatırlatır ve bunun ancak ortak değerleri ve sembolleri paylasması ve bu ortak
değerlerin diğer ülkelere tesvik edilmesi ile sürdürülebilir barısın tesis edilmesinin
mümkün olacağını açıklar33. Ancak bu misyonu yerine getiren AB’nin normatif güç
olarak dünya meselelerinde aktif rol alabileceğini ifade eder34. 90’lı yıllarla birlikte,
bu felsefe ve bakıs açısı doğrultusunda gelistirilmekte olan dıs politika, askeri güç
bakımından aktör olmak yerine, üye devletlerin ortak değeri olan barısın korunması
yönünde ortak karar verebilmeleri gelistirilmeye çalısılan bir mekanizma olarak
karsımıza çıkmaktadır. AB içerisinde gelistirilmeye çalısılan Avrupa Tek Senedi de
olusumunun referansını buradan almaktadır.


Avrupa Tek Senedi ’nin AB’nin Dıs Politikasına Etkileri

       Avrupa Birliği, ortak dıs politika ve bu yönde uygulamaya iliskin iradesini
1987 Avrupa Tek Senedi’nde somut olarak ortaya koymustur35. Günümüz AB dıs
politikasını anlamak için, senedin 30. maddesi ve alt paragraflarının ortak dıs
politika çerçevesini nasıl ve hangi yönteme dayanarak çizdiğine bakmak
gerekmektedir. Senedin en önemli maddesi, makalenin basında dile getirilen 30.
madde 1. paragrafında belirtilen “üye devletler, ortak bir Avrupa Dıs Politikası
gelistirip uygulamak için çaba göstereceklerdir36” yaklasımıdır. Örneğin 2.
paragrafta,“üye devletler uluslararası politikada ya da uluslararası örgütlerde ortak
Avrupa etkinliğini kırıcı her türlü önlem veya davranıstan sakınırlar”. Paragraf 4’te
ilk defa Parlamentoya bu konuda sorumluluk verilmis ve dıs politika konularında
“Avrupa Parlamento’sunun düzenli biçimde görüsü alınır ve bu görüs dikkatle
değerlendirilir37” ifadesi yer almaktadır. Son olarak, iradenin nihai paragraf olan 6a’da “üye devletler, Avrupa Güvenliği konusundaki yoğun isbirliğinin, Avrupa’nın
bir dıs politika kimliği gelistirmesini kolaylastıracağı görüsündedirler38” olarak
ortaya çıkmaktadır.

        Bu ortak isbirliği niyeti, resmi antlasmalara madde olarak konulmasına
rağmen, 1991’de ABD’nin Irak’ı isgal etmesine karsın, hem AB üyesi hem
Birlesmis Milletler daimi üyesi olan Đngiltere ve Fransa ABD’nin yanında yer
alırken, diğer bazı üyeler uzun vadede ortak hareketin, Avrupa’nın dünyanın diğer
bölgelerinde, örneğin Balkanlarda alacağı pozisyonu, özellikle ABD’nin yanında
olma, savastan ya da barıstan yana olma, askeri harekâta onay verme veya vermeme
gibi kararlara emsal teskil edeceğini düsündüğü için buna karsı çıkmıstır39

Maastricht Antlasması ve AB’nin Dıs Politikasına Etkileri

       1990’lı yıllar, genelde Avrupa, özelde Almanya’da Berlin duvarının yıkılması
ile birlikte kıtada ve beraberinde dünya sisteminde köklü değisikliklere sahne
olmustur. Kıtadaki bu değisim, Avrupa Birliği fikrini ortaya atan ve bu fikri “isleyen
bir kurum” haline getiren Avrupa için geçmis yıllardaki serefini, gücünü ve
nüfuzunu tekrar kazanmak için bir fırsat olarak algılanmıstır40. Sovyetler Birliği’nin
dağılması ile birlikte, Doğu Avrupa bölgesindeki birçok ülke yönünü AB’ye
olabilecek en hızlı seklide eklemlenmeye meyilli bir politika izlemistir. Dünyadaki
bu değisim AB’nin pasif olarak yürütmekte olduğu dıs politikasını tekrar gözden
geçirmesine neden olmus ve bu süreç, beraberinde AB literatürüne ve AB’nin
kurumsallasma sürecinde fazlasıyla önemli olan üç sütunlu Maastricht Antlasması’nı
getirmistir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, Soğuk Savas döneminde, AB, dünya
sistemi içerisinde kendini, gerek ekonomik, gerek politik ve güvenlik açısından
ABD’nin himayesi altında korumaya devam etmistir. Bu korumacılık, yerini daha
güvensiz ve hemen yanı basında, sınırında çatısan Bosna–Sırbistan gibi ülkeler
arasında daha aktif bir politika izlemeye mecbur bırakmıstır. Kıtadaki bu yapılanma
dıs politika üretme bakımından yeterli ses getirmeyen Avrupa Tek Senedi’nin
yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıstır. 1993’te yürürlüğe giren ve
AB’yi tek çatı altında birlestiren, Avrupa güvenlik ve savunma politikalarına öncelik
verilmesi sayesinde önemli bir yere sahip olan Maastricht Antlasması, aynı zamanda
AB’nin kurumsallasmasına ve günümüzdeki yapılara, isleyislere kavusmasını da
sağlamıstır41. Maastricht Antlasması ile ortak dıs politika ve güvenlik, AB’nin
vazgeçilmezleri arasına girmis ve bu sütun ile AB, kendi dısındaki aktörlere, dünya
politikasında söz sahibi olabilecek güçlü bir birliğin temellerini attığının mesajını
vermistir.
         Fakat AB içerisindeki tüm bu kurumsallasma çabalarına rağmen, 2003 yılında
ABD’nin Irak’ı isgal etme arzusuna Almanya ve Fransa karsı çıkarken, diğer üye ülkelerin farklı tavır içinde olması, hem ülkelerarası çıkar iliskilerinin yaptırım
gücünü, hem de AB’nin ortak dıs politikada tek sesli olma girisiminin çok da kolay
olmadığını göstermistir.

         Bu konuya iliskin olarak, Whitney gibi bazı politik düsünürler, tarihsel olarak,
AB içerisinde ortak politikaların, tutumun veya çok sesliliğin önünü tıkayan ulusal
egemenlik haklarından feragat sorunu ve bunun tam anlamıyla gerçeklesememesi
halinin, tam da ortak dıs politika konusunda karsımıza çıktığını ve geleneksel olarak,
kıtanın dört büyük güçlü ülkesi olan Đngiltere, Fransa, Almanya ve Đtalya için dıs
politika konusunun, bölgede ekonomik-parasal birliğin sağlanmasından sonra,
özellikle ulusal egemenliğin en temel göstergesi olan dıs politika konusunda tek bir
ses çıkarmanın veya ülkenin kendini bu sekilde bir üst organa bağımlı hale
getirmesinin, gerek ulusal pazarlık gücü, gerekse uzun vadede ulusal-politik
çıkarlarına uygun düsmeyeceğini vurgulamaktadırlar42. Örneğin, Fransa’nın
geçmisten gelen ve etkisi altına aldığı sömürgeleri ile olan iliskilerinde izleyeceği
politikalar için AB kurumundan onay beklemesi, realist bakıs açısı ile ulusal çıkarlar
noktasında pek de mümkün görünmeyen bir durumdur43. Nitekim AB’nin katıldığı
operasyonlarda bütünlüğün olmaması, 1. Körfez Savası’nda Đngiltere’nin 32 bin,
Fransa’nın 11 bin, Đtalya’nın 270 asker göndermesi, gerek üye ülkelerin ülke
çıkarlarına dayalı bir politika izlemede, gerek ulusal kimliklerin ön plana
çıkarmada44 ortaya koymus oldukları politik strateji olarak karsımıza çıkmaktadır.

       Özellikle Yugoslavya’nın dağılma sürecinde, ABD’nin Irak politikasına karsı
bölgesel bir güç olarak AB’den tam anlamıyla destek görmemesi, ABD’yi bu
süreçte geri durmaya itmis ve bölgenin yönetimini tamamen AB’ye bırakmasına
sebebiyet vermistir45. Bu durum aynı zamanda AB’nin ortaya koyacağı dıs
politikadaki kurumsallasmasını, yeterliliğini ve güvenilirliğinin de bir test edilmesi
durumu olarak ortaya çıkmıstır. Bölge krizinde AB, siyasi yaptırımı olmayan, krizi
çözmenin insani yardım temini olarak algılayan46, pasif bir politika izlemeyi tercih
etmis, ortak bir kınamanın dısında uluslararası camiayı harekete geçirme gibi bir
misyona soyunmamıstır. Bölge krizini çözmede ortaya çıkan baska bir sorun ise,
Komisyon ve Konsey arasındaki yetki, karar ve yürütme mekanizmasındaki çok
baslılıktır. Bu durum, Jack Hayward ve Anand Menon gibi yazarlar tarafından
“lidersiz Avrupa47” olarak tanımlanmıs ve politik aktörlerin rekabeti olarak
açıklanmaya çalısılmıstır.

       Dıs politika gelistirme penceresinden baktığımızda, Maastricht Antlasması,
savunma ve güvenlik konularını da gündeme almakla, AB’nin dıs politikasının çok yönlü ilerleyeceğinin de ipuçlarını vermektedir. Günümüze kadar yapılan çesitli
toplantı, zirve veya antlasmalarda dıs politika, savunma ve güvenlik konularını da
içine alan bir yol izlenmistir. Çok kısa bir sekilde baktığımızda, savunma ve
güvenliğe iliskin ilk girisim 17 Mart 1948 tarihli, Đngiltere, Fransa, Belçika,
Hollanda ve Lüxemburg’un taraf olduğu ve daha sonra Almanya ve Đtalya’nın
katılım sağladığı Batı Avrupa Birliği’dir (BAB)48. Yukarıda da ifade edildiği üzere,
Avrupa, özellikle güvenlik ve savunma konularında kendini ABD’nin, dolayısı ile
NATO’nun himayesi altına almıs ve bu durum, AB’nin bu alanda çok fazla politika
gelistirmesine ihtiyaç doğurmamıstır. Fakat yukarıda da bahsedilen konular
çerçevesinde, özellikle Körfez krizi, Doğu blokunun yıkılması ve kıtada ABD
varlığının ve etkinliğinin azalması, dahası Avrupa Birliği’nin Orta ve Doğu Avrupa
ülkelerine doğru genisleyecek olması, Birliğin sadece dıs politika alanında değil,
aynı zamanda güvenlik ve savunma gibi konularda da politika gelistirme ve tercihler
yapma zorunluluğunu ve ihtiyacını ortaya çıkarmıstır49. Bu durum, Maastricht’in
ikinci sütununu temsil eden ortak dıs ve güvenlik politikasının kurumsallasmasına,
savunma ayağının da eklenmesine sebebiyet vermistir.

      Ortak dıs politika gelistirmede ilerlemeyi zorlastıran “çok aktörlülük” ve ulusal
çıkarların bazen AB çıkarları ile çatısması, AB içerisinde problemlerin en kısa
sekilde giderilmesi için yeni politikaların ve stratejilerin gelistirilmesi ihtiyacını
ortaya çıkarmıs ve Amsterdam Zirvesi ve devamında ortak anayasa taslağı
çalısmaları ile Lizbon’a giden süreç baslamıstır.

Lizbon’la Güçlenen AB Dıs Politikası

       Ekonomik bütünlesmeden siyasal bütünlesmeye doğru atılan adımların, ortak
dıs politika ve Maastricht’le birlikte güvenlik ve savunma politikalarının basında
geldiğini ve özellikle askeri güç olusturma stratejisini ve bu konuların ilgililer
tarafından konusulduğunu görmekteyiz50. Gerek uluslararası iliskilerde, gerekse
bölgede güçlü bir aktör olmanın ancak siyasi bütünlesme ile gerçeklesebileceğini
gören Avrupa Birliği, Fransa ve Hollanda’da referandumda “hayır” sonucu
alınmasına rağmen, ortak anayasa çalısmasını baslatmıs ve 2009 yılında Lizbon
Antlasması adı ile yürürlüğe girmistir. AB’nin siyasi tarihine baktığımızda, AB’nin
geleceğine dair politikaları belirlemeye iliskin yapılan zirveler sık sık karsımıza
çıkmaktadır. Lizbon Antlasması da bunlardan biridir. Bir önemli noktası, kurucu
antlasmaları tadil eder nitelikte olması ve “Anayasa” niteliği tasımamasına karsın,
diğer antlasmalar gibi, Birliğin demokratik, etkili ve seffaf bir yapıya
kavusturulmasını ve kurumsal zorlukların giderilmesini amaçlamıs olmasıdır51

       Antlasmaya giden yola dıs politika açısından baktığımızda, 1 Mayıs 2004
tarihinde Birliğe dahil olan Estonya, Litvanya, Letonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Malta ve
Slovenya’nın, coğrafi olarak büyüyen Birlik içerinde yeni tartısmalara sebebiyet
vermis, özellikle ekonomik ve siyasi olarak Birliğin nasıl derinleseceği ve
uluslararası sistemde nasıl bir güç kazanacağı veya kazanamayacağı siyasi ve
akademik çevre tarafından tartısılmaya baslamıstır. Akademik ve siyasi çevreler
tarafından tartısılan diğer bir konu ise, Birliğin ortak dıs politika gelistirmede,
uluslararası güvenlik ve savunma konularında nasıl bir ortak politika olusturacağı
yönünde ortaya atılan değisik görüsler olmasıdır. Bu tartısmaları ortadan kaldırmak
için anayasa çalısması baslamıs, Lizbon reform süreci ile devam etmistir. Makalenin
ana konusu gereği, Lizbon reform sürecinde dıs politika açısından alınan kararlar, su
sekilde hayata geçirilmistir;

1) Ortak dıs politika gelistirmek, AB’nin nihai hedefi olan siyasal
bütünlesmeyi gerçeklestirmek bakımından fazlasıyla önemli olduğuna
değinmistik. Nitekim ekonomik bütünlesmesini basarılı bir sekilde
tamamlayan AB’nin, günümüzdeki tek hedefi, dıs politika, güvenlik,
savunma ve kimlik konularında ortak hareket edebilen bir Birlik olmaktır.
Bu bakımdan, Lizbon Antlasması’nda, Avrupa’nın ortak dıs iliskiler,
güvenlik ve ortak savunma politikasına baskanlık edecek yeni bir makam
“Dısisleri ve Güvenlik Politikası Birlik Yüksek Temsilcisi”
olusturulmustur. Bu birim üye devletlerin ve AB’nin dıs politikalarının
daha uyumlu hale getirilmesini ve birbirlerini tamamlamasının yanı sıra,
daimi temsilci olan bir uluslararası aktörün yaratılmasını da amaçlamıstır52.
Daha önce atanan ve günümüzde görevi devam eden Catherine Ashton’un
görevi Birliğin uluslararası bir aktör olduğu konusunda çalısmalar
yürütmek, vurgulamak ve dıs politikada tek sesliliği sağlamak olarak
karsımıza çıkmaktadır53.

2) Ortak Dıs Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi’nin aynı zamanda
Komisyon Baskan Yardımcılığı’nı da yürütmektedir. Temsilcinin bu
makama atanması, Lizbon süreci ile yeni ve büyük bir adım olarak
karsımıza çıkmakta ve dıs politikaya verilen önemi ortaya koymaktadır.
3) Yapılan diğer bir yenilik ise, Ortak Dıs Politika ve Güvenlik Yüksek

Temsilcisi ile Dıs Đliskiler Komiseri, mevcut iki makamı birlestirmektedir54.
Bu birlesme ile temsilci, AB Dısisleri Bakanlar Konseyine baskanlık
etmekte, bu da dıs politikada karar almanın hızlandırılması ve tek bir elden
yönetilmesi bakımından ayrıca önem arz etmektedir.

4) Lizbon Antlasması’nda dıs politikayı da içine alan diğer bir konu ise, ortak
güvenlik ve savunma politikası olmustur. Antlasmaya göre ulusal güvenlik
konularında, özellikle her üye devletin kendi sorumluluğunda olduğu vurgulanmakta ancak Birliğin güvenliği ile ilgili sorunların, bütününün dıs
politikanın alanına girdiği ifade edilmistir. Bu durum, bize bir taraftan üye
devletlerin egemenliklerinin korunduğu ancak dıs politikayı ilgilendiren
konularda Birliğin bütünlüğünün esas alındığını göstermektedir.

5) Dıs politika açısından sağlanan diğer önemli konu ise, AB’nin, kurumsal
olarak Lizbon Antlasması’nın 13a. bendinin 3. maddesi gereğince, Avrupa
Dıs Đliskiler Birimi (External Action Service)55 yapısı ile diplomatlara
kavusmasıdır. Bu yapı ile AB, yurtdısı kurumları bünyesinde barındırdığı
bürokratlarını artık birer yurtdısı diplomatı olarak görüyor ve daha önemlisi
Temsilciyi veya Büyükelçiyi artık Komisyonun değil, AB’nin kurumsal
diplomatı olarak tanımlıyor olmasıdır56. Ortaya çıkabilecek uluslararası
meselelerde, bu yapı, AB’nin dıs politikada temsiliyeti, araçların kullanımı
ve etkinliği bakımından fazlasıyla elini güçlendirmekte, kurumsal olarak
genisletmekte ve tek sesli olma stratejisini de desteklemektedir57.

           Gelinen noktada, AB’nin, dıs politikasının kurumsallasması anlamında attığı
büyük adımlar, Lizbon ile atılmıs ve sunulan “Avrupa’nın dünyada tek sesli
konusma” hedefine uyulmaya çalısılmaktadır. Ancak Lizbon ile yapılan çalısmalar,
AB içerisinde güçlü birlik olma ve bunu uluslararası aktör olarak idame ettirme
amacına katkıda bulunsa da, üye devletlerin bu duruma, her kosulda sadık kaldığını
söylemek zordur. Her bir üyenin, kendi dıs politika anlayısının bazı durumlarda,
Birliğin ortaya koymaya çalıstığı stratejinin dısına çıkmaktadır. Bu duruma örnek
olarak Kosova’nın tanınma meselesini verebiliriz. AB tam üye ülkesi olan Đspanya,
Yunanistan, Romanya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kosova’yı bağımsız bir
devlet olarak hala tanımamaktadırlar. AB’nin bir bütün veya Birlik olarak, bu
ülkelerden dolayı Kosova’nın mevcut statüsüne iliskin bir dıs politika pozisyonu
yoktur. Bu durum, bölgede alınacak herhangi bir dıs politikaya iliskin kararın hayata
geçirilmesini zorlastırmakla kalmayacak, geleceğe dönük ortak bir politika
gelistirmesinin önünü de tıkayacaktır.58 Lizbon süreci ile Birlik, iklim değisikliği ve
ticari konulara iliskin kararlarda ortak politikalar belirleyebilmekte, ancak daha çok
dıs politikayı ilgilendiren enerji, transatlantik iliskiler, bölgesel güvenlik konuları
gibi meselelerde ortak hareket edememektedir. Ortak uyumun ortaya konulmasında
en etkili makam olarak karsımıza Dısisleri ve Güvenlik Politikası, Birlik Yüksek
Temsilcisi çıkmaktadır. Bu makamın yapacağı çalısmalar, AB’nin dıs politika
konusunda, iradesini ve etkinliğini ilerleyen zamanlarda ortaya koyması, gerek
akademik ve gerek siyasi çevrelerce beklenmektedir.

AB Dıs Politikasından Somut Adımlar ve Đzdüsümler: Afrika, Orta Asya,
Ortadoğu

Afrika
       AB, neredeyse kurulusundan bugüne pasif olarak üçüncü Dünya ülkeleri,
Afrika, Latin Amerika, Ortadoğu ve Orta Asya bölgesi ile gerek komsuluk
politikaları bağlamında, gerekse ekonomik isbirliği bağlamında, özgün dıs iliskiler
ve politikalar gelistirmektedir. Özellikle, AB’nin, Doğu Blokunun dağılmasından
sonra Doğuya ve Balkanlara doğru sürpriz sekilde genislemesi, Rusya, Güney
Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle ticari ve ekonomik iliskiler kurması, politik bir
aktör olarak bölgede girisimlerinin olması, kendine özgü bir Çin politikası
gelistirmis olması, AB’nin dıs politikasının artık bölgesel olmanın çok ötesinde
küresel olmaya basladığının da açık göstergeleridir.

        AB’nin uluslararası bir aktör olarak ortaya çıkmasında, kurulus antlasması
olan 1957 tarihli Roma Antlasması’nın hemen sonrasında, Birliğin hedeflerini bölge
dısından da yararlanarak gerçeklestirmek üzere, Afrika devletlerine, ticareti
gelistirme, ekonomik isbirliği ve yardımlar yapmayı öngören Yaoundé
Konvansiyonları (1960-1968) önemli bir rol oynamıstır59. Đki kıta arasında ticari
engelleri kaldırma kararı alan ve 1975 Anayasası ile “Sahra altı Afrika’sı” ile ilk
çerçeveyi imzalayan, 1973 petrol krizi sonrasında hammadde sıkıntısından
kurtulmak için Avrupa Topluluk pazarına Afrika ülkelerinin serbest girisini
sağlayan, Afrika–Karayip-Pasifik ülkelerine daha iyi ticari sartlar sağlayan AB, bir
anlamda, kolonizasyon döneminin günahını çıkarma ve hümanist perspektif
yaklasımıyla kıtayı yeniden kesfetmeye çalısmıstır60.

        İnsan hakları konulu 1979 tarihli Lomé II Antlasması ve politik diyalog ve
sektörel yardım hükümleri içeren Lomé III Antlasması, bunlara ek olarak
demokrasinin gelistirilmesi iyi yönetim ve bölgesel isbirliği konularını içeren Lomé
IV Antlasması devam eden AB-Afrika iliskilerinin mahiyetini göstermektedir61.
2000 sonrasında Afrika, Karayip-Pasifik ülkeleriyle kalkınma ve isbirliği
konularında yoğunlasan Birliğin, dıs politika bağlamında karsımıza çıkan somut
adımları da mevcuttur.

        Diğer bir antlasma olan COTONOU Antlasması, kültürel, ekonomik ve siyasal
insan haklarından sosyo-ekonomik iyilestirmelere ve cinsiyet esitliğine kadar birçok
konuyu düzenlemistir. AB Konseyi’nin 15-16 Aralık 2004 tarihli “AB‘nin Afrika
Stratejisi” belgesi, Afrika’yla ortaklık, iktisadi ve ticari büyüme, insan hakları ve iyi
yönetim ile barıs ve güvenlik konularını içermistir. Günümüzde AB, Afrika ülkeleri
yanında adı geçen belge kapsamında “Afrika Birliği ile de iliskilerini güçlendirme”
hedefini sürdürmektedir62.

Orta Asya ve Kafkasya

         Bölgesel bir bütünlesme ve bölgesel bir güç olarak AB’nin çıkarlarının
bölgenin doğrudan içinde, yakın çevresinde ve daha genis bir halkayla dünya
çapında korunması, uluslararası politikada yeni fırsat alanları olarak doğan sahalara
da dikkat çekmistir. Avrupa’nın çevre bölgelerinin güvenliği ile AB’nin istikrar ve
geleceğinin yakın iliskisi, “Atlantik’ten Urallara Ortak Avrupa Evi” projesi
kapsamında, Balkanlar ve Kafkasya’yı da içerecek bir nüfuz genisletme63
çalısmasına yol açmıstır.

          Bağımsızlıklarının hemen sonrasında, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan,
Türkmenistan ve Özbekistan, AB’ye üye olan ülkelerin ilgisini çekmis, özellikle
Kazak, Kırgız ve Özbek devletleriyle, 1 Temmuz 1999 tarihinde yürürlüğe giren
ortaklık isbirliği antlasması yapılmıstır. 1994’de ise, Tacikistan ile sözlesmeler
imzalanmıstır. Rusya ile 1994 yılında bir ortaklık antlasması imzalanmıs ve yine
2008’de, 21. AB-Rusya zirvesinde yeni bir stratejik ortaklık antlasması
imzalanmıstır64. Küresellesen dünyada, AB’nin Orta Asya ülkeleriyle olan
iliskilerinde ve bölgeye yönelik stratejisinde enerji politikaları kadar, ABD’nin
bölgede Rusya’nın etkinliğini azaltma politikasına paralel bir yol izlendiği göze
çarpmaktadır. Bunun yanında, küresel aktör rolüne soyunan AB’nin, enerji
kaynakları ve dağılımı açısından önem arz eden Orta Asya ve Kafkasya ile iyi
iliskiler ve diyalog yolunu açık tutması, reel politik açısından da
değerlendirildiğinde çok doğru bir strateji olarak karsımıza çıkmaktadır.

        AB, Rus doğalgazının Avrupa’ya tasınmasına yönelik olarak, Orta Asya ile
enerji hakları bağlamında, özellikle NABUCCO hattı projesiyle yakinen
ilgilenmektedir. Hatta bu proje, AB destekli NABUCCO projesi olarak
nitelendirilmektedir. Orta Asya ve Kafkasya politikalarında belirleyici olan
Almanya’nın, bu yakınlasma arzusunda, bölgedeki doğal kaynakların hatırı sayılır
ölçekteki payı göz ardı edilmemelidir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, AB’nin
Kafkasya ve Orta Asya politikası, Birliğin uluslararası bir aktör olma ve doğal
kaynaklara optimal sekilde ulasma arzusu kadar, Rusya’nın bölgede tek aktör olarak
bırakılmaması kaygısından da kaynaklanmaktadır.

         AB’nin, dıs politikada, Orta Asya ve Ortadoğu’daki insan hakları ihlalleri
karsısındaki tutarsızlıkları ve “retorik ile pratik arasında derin uçurumlar”, dıs
politikanın etik temel üzerinde belirlenmesine engel görünmektedir. Benzer ifadeleri
AB’nin Kuzey ve Güney Kafkasya politikaları için de söylemek mümkündür. Kuzey
Kafkasya bölgesine yönelik, Rusya Federasyonu dısında özel hiçbir politika
belirlemeyen AB’nin, Güney Kafkasya için politika öncelikleri, enerji ve yeraltı
kaynaklarıyla sınırlı kalmıstır.

          AB, Gürcistan-Rusya Federasyonu arasındaki Abhazya ve Güney Osetya
ihtilafları konusunda Rusya’nın genislemesine karsı Gürcistan’ın toprak
bütünlüğünü desteklemistir. Kuzey Kafkasya bölgesindeki yoğun hak ihlalleri
konusunda ise, beklenilen ölçüde ilgili görünmemektedir. AB’nin bu noktadaki
sessizlik politikasının yanı sıra, Rusya Federasyonu’nun Kuzey Kafkasya’ya yönelik
dıs politikasında “terörle mücadele” adı altında yürüttüğü operasyonlar ve her türden
insan hakları ihlalleri karsısında, tespit niteliğindeki birkaç adımdan öteye
gidilmemistir. AB’nin dıs politikada izlediği bu tutumun, savunduğu insan hakları,
demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi ilkelerle de çelistiğini belirtmekte fayda
vardır.

Ortadoğu

          Avrupa Birliği’nin Ortadoğu politikasına iliskin, bölge ile isbirliği sağlama
konusunda yeterli basarıyı gösteremediği düsünülmektedir.65 Birliğin, Ortadoğu
politikasının belirleyici özellikleri ve bazı noktalardaki açmazları kısaca söyledir:
Birliğin “yumusak bir güç” olması; Đngiltere, Fransa ve Almanya’nın Ortadoğu
konusunda kendine özgü politikalar belirlemesi; Birliğin bir bütün olarak politika
belirleyip uygulaması yerine ikili antlasmaların ön planda durması; Birlik
kurumlarının karmasık yapısı ve birbiriyle örtüsmeyen yetkilere sahip olmasının
doğurduğu sonuçlardır66.

         2003 Irak Savası sonrasında, 2004 yılında yasanan anayasa ve kurumsal yapı
tartısmalarında, lehte ve aleyhte ileri sürülen görüslerde, AB’nin ortak dıs politikası
önemli yer tutmustur. Birliğin tek bir Dısisleri Bakanı tarafından dısarıda temsil
edilmesi konusu, anayasal düzeyde önemli bir husus olarak dikkat çekmis, bu
çerçevede, üye devletlerin kamuoyları ve ulusal hükümetlerinin hassasiyetleri ihmal
edilmeksizin, AB’nin uluslararası iliskilerinin etkin sekilde yönetilmesi ve bunun
karsısında, AB’nin küresel ölçekte “zorlu görev”le yükümlü görülmeye çalısılması
düsüncesi yer almıstır67.

        Körfez krizi boyunca, ABD-Đngiltere ittifakının Birlesmis Milletler kararı
olmaksızın savasa girmesi ve AB’yi NATO üzerinden savasın paydası olmaya
sürüklemesine karsı bir tepki olarak ortaya çıkan görüsler, Avrupa’daki önemli bir
ayrılığı da gün yüzüne çıkarmıstır. Almanya ve Fransa’nın savasa itirazı, ancak
zamanla Almanya’nın adeta yalnız kalması ve üye devletlerin bir kısmının savasa
aktif olarak katılmalarına rağmen, diğer bir kısmının karsı durması veya en azından
savasa destek olmamaları önemli bir çatlağın göstergesi olarak karsımıza çıkmıstır.
Avrupa’nın kendi içinde barısçıl bir yapı koruyarak gelismesini sürdürmek istemesi,
ABD gibi dünya enerji politikalarıyla ilgili ve “sahin politikalar” izleyen küresel bir aktör olma isteğinin olmamasıyla iliskilidir. Gerçekten de, bir dünya savası enkazı
üzerinden yeni bir dünya kurma niyetiyle yola çıkan ve bunu basaran AB’nin bu
yolu seçmesi, kurulus amaçlarına ve kurucu belgelere paralel bir yol izlemesi
anlasılabilir ve saygı duyulacak bir tercihtir.

       Irak konusunda ABD ve AB arasında birçok noktada tutum ve görüs
farklılıklarının ortaya çıkması stratejik tartısmalara yol açmıstır. Mart 2003
tarihinde, AB Güvenlik Enstitüsü strateji uzmanları arasındaki tartısmalar üç
noktada yoğunlasmıstır:

        Öncelikle, ABD Irak rejiminin elinde kitle imha silahları bulunduğunu ve
terörizmle bağlantısı olduğunu, bunun da kendi ulusal güvenliklerine doğrudan bir
tehdit olduğunu iddia etmistir. Buna karsı, AB’ye üye ülkelerin tezi, Bağdat’ın
elindeki silahların tehlikeli olsa da kontrol altında tutulabileceği yönünde olmustur.
Diğer bir görüs ayrılığı ise, AB’ye üye ülkelerin büyük çoğunluğunun Irak'a karsı
BM Güvenlik Konseyi önergesi dısında güç kullanımının mümkün olmadığı tezidir.
ABD "mesru müdafaa" kapsamında, Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın müdahale
hakkının olduğu tezini savunmus ve uygulamıstır. Son olarak, AB ve ABD’nin
sadece Irak’ta değil, genel Ortadoğu politikaları konularında da anlasamadığı
görülmektedir68.

         Saddam rejiminin bölgesel ve uluslararası güvenlik bakımından ciddi bir tehdit
olduğu endise ve iddiaları karsısında, üye ülke hükümetleri, ABD tezlerine tam
destek vermek bir yana, bu yöndeki girisimlere tepki göstermislerdir. ABD’nin
tezinde askeri güç kullanarak Irak'taki “kitle imha silahları”nı yok etme niyeti ve
girisimleri sürecinde, silah denetimi konusunda Birlesmis Milletler (BM)
denetçilerinin Bağdat'a yeniden gönderilmelerini tekrar tekrar ifade etmislerdir69

        Daha sonraki gelismelerde, Irak’ın silah denetimlerini engellemesi halinde de,
üye ülkeler, askeri güç kullanılmasına karsı çıkmıslardır. Bunun tek istisnası
Đngiltere olmustur. Üye ülkelerin Dısisleri Bakanları, Ağustos 2002'de toplanmaları
sonucunda barısçıl ve diplomatik usullerle sorunun çözümü yönünde ortak tutum
sergileseler de, alternatif bir politika olusturmayı basaramamıslardır70. Fakat tüm bu
girisimler, AB’nin kendine özgü bir dıs politika olusturmaya çalıstığını, küresel
politikalarda diğer aktörlerle birlikte karar verici, ancak yönlendirici bir “akl-ı
selim” pozisyonunu seçtiğini göstermektedir

        Libya'da, Avrupa ülkeleri birbirlerinden “ayrı” devletler olarak önde
olmalarına rağmen, AB bölgesel bir güç olarak ve bir bütün olarak önde değildir.
Libya ve Akdeniz için uzun vadeli bir strateji belirleme ve uygulamanın AB’ye üye
devletlerin kapasitelerinin ötesinde olması dolayısıyla AB’nin, hiç olmazsa “kriz
yönetimi liderliğini” üstlenmesi beklenmistir71. Fakat beklenenin aksine, üye devletler çıkarları doğrultusunda bağımsız karar almıslardır. AB, Kosova ve Đsrail-
Filistin uyusmazlıklarında “emperyalist bir aktör” olarak davranmıs ve iki devletli
çözüm ve Ortadoğu'da insan haklarına saygı ve Kosova'da adaletsizliğin
düzeltilmesi gibi konularda, genellikle hukuki normatif hedefleri olağanın dısına
çıkararak, teğet geçmistir. Orta Doğu'da ise, insan hakları ve uluslararası hukuk
ihlalleri hız kesmeden devam ederken, Annapolis sürecine rağmen, yasayabilir bir
“iki devletli çözüm” yeterince ilgilenilmeyen bir konu olarak uzakta durmaktadır72

        İsrail-Filistin müzakereleri sırasında Eylül 2011 yılında “Ortadoğu Dörtlüsü”
olan (ABD, AB, Rusya ve BM) tarafından sunulan planda üye devletlere öncü bir
sorumluluk yüklenmektedir. Halbuki, müzakerelerin sonuçlandırılması için "dürüst
arabulucu" olarak hareket etmek ve tutarlı bir politika izlenmesi gerekmektedir73.
Kanımızca, uzun yıllara yayılmıs olan ve çözümü için küresel faktörlerin desteğine
büyük ihtiyaç olan 
İsrail-Filistin uyusmazlığında, ABD’nin tercihinin son derece
katı ve İsrail’i kayıtsız sartsız korumaya yönelik olduğu, AB’nin ise bu konuda daha
yumusak ve objektif, barısçıl çözümler üretme yanlısı olduğu, BM genel kurulunda
ve oylamalarda görülmektedir. Bu tarz bir politikanın izlenmesi, AB’nin
kurulusundan bugüne izlediği kalın çizgi olan “yumusak güç” politikalarına ve
kurulus amacına da uygun bir seçimdir.

     Ortadoğu’daki en son güncel ve sıcak gelisme olan Suriye iç savasında Birliğin
tutumu da ayrıca dikkate değerdir.

      Birlik, geçmiste özel olarak ilgilendiği iki ülkeden Lübnan’da hukuk eğitimi,
Adalet Bakanlığı’na kurumsal yardımlar, idari reform, belediyeciliğin gelistirilmesi,
yolsuzlukla mücadele, bağımsız gazeteciliğin gelistirilmesi gibi konularda destek
sağlamıs, Suriye’de ise daha az bir destekle vatandaslık projesi, insan hakları ve
azınlık hakları konularında yardım sağlanmıstır74

         Birliğin, krizin baslangıcından günümüze kadar yapmıs olduğu açıklamalar ve
uygulamalardan hareketle, önemli bir rol üstlenmeyi ve açıkça tarafını seçmeyi
tercih ettiği görülmektedir. Örneğin, 31 Mayıs 2013 tarihli Avrupa Birliği Konseyi
kararıyla, 1 Haziran 2014 tarihine kadar Suriye’ye ekonomik yaptırımlar ve bunların
uygulanması kararı almıstır75.

         Bir yandan mezhep savasına dönme eğilimi gösteren, diğer yandan küresel
iddiaları olan bütün aktörlerin sahaya inmeye basladığı krizde, Birliğin konumunun netlesmesi önem arz etmektedir. Rusya Federasyonu, Çin ve Đran’ın açık desteği ile
ayakta kalmayı sürdüren Bessar Esed yönetimi karsısında, içinde ABD, AB ve
Türkiye’nin bulunduğu Batı Bloku ve yanlarındaki Körfez ülkeleriyle birlikte
hareket ederek savasın bölgesel düzlemde fakat küresel etkileri olacak bir savasa
doğru gitmesine sebep olmaktadır. Bölge küresel dıs politika aktörlerinin “bilek
güresi” alanına dönmekte, Ancak, AB için bu güres dıs politikada göstereceği ortak
sesliliğin ve kararlılığın testi mahiyetindedir.

         Birliğin, hukuk ve kamu yönetimi boyutuyla en güçlü kültürel transfer alanı
argümanları olan insan hakları ve demokrasi konusundaki tutarlılığını sürdürmesi de
ayrıca beklenmektedir. Gerek Suriye gerekse çok daha yeni bir gelisme alanı olan
Mısır’da demokrasi ve insan hakları konusunda Birliğin tutarlı bir politika izleyerek
karar alması umulmaktadır.

Sonuç

          Ülkelerin dıs politikalarının onların bir tüzel kisilik olsalar da sahsiyetlerini
ortaya koyan politikalar olması, bölgesel güçler bakımından da aynı betimleme ile
ifade edilebilir. Hem “bölgesel güç” olma iddiasındaki güçler bakımından, hem de
diğer harici unsurlar tarafından, dıs politikada söz sahibi aktörlerin görüslerinde
bütünlük, yeknesaklık, ağız birliği, tutarlılık, ciddiyet, süreklilik ve etkinlik gibi
unsurlar aranır. Avrupa Birliği’nin gelistirmeye çalıstığı ve sunduğu “Ortak Dıs ve
Güvenlik Politikası”, Avrupa’nın kendi içinde yasadığı basarılı bütünlesme
sürecinde önemli bir yer tutmus olsa da, dıs politikanın icrası asamasında, aynı
basarılı tercih ve tavır, uluslararası politikadaki zorlayıcı gelismeler karsısında,
zaman zaman sapmalara neden olmaktadır. Hiç kuskusuz “dıs politika” siyasal bir
birlik ve devlet olabilmenin ön sartıdır. AB’nin siyasal bir birlik olarak “ispat-ı
vücut” edebilmesi, gerçek anlamda “Ortak Bir Dıs Politika” üretilmesi kadar,
üretilen bu politikanın icrasına da bağlıdır. Ancak siyasal bütünlesmeye doğru giden
AB’de, ortak karar alma ve tek sesli olmanın çok da kolay olmadığı ortadır.
Asağıdaki noktalar, bunun önündeki engeller arasında sayılabilir:

- Farklı altyapı ve kültürden gelen yeni üyelerin birliğin uyumunu
bozması,

- Dünyanın farklı bölgelerinde ortaya çıkan uyusmazlıklar karsısında
ortak karar ve hareket bütünlüğünün sağlanamaması,

- Ülkelerin birbirinden bağımsız çeliskili açıklama ve tutumları,

- Dıs politikada birlik içinde ortak çatı altında, ortak hareket eden tek bir
blok yerine, farklılasan alt blokların olusmaya baslaması,

- Üye ülkelerin birlik çıkarlarından önce kendi ulusal çıkarlarına uygun
dıs politika gelistirmeye çalısmaları,

- Yüzyıllara dayanan köklü dıs politika gelenekleri olan Fransa, Đngiltere
ve Almanya gibi Birliğin nüfuzlu üyelerinin dıs politika tercihlerinde, Birlik ortak çıkarları yerine, geleneksel politikalarına uygun hareket etmeye çalısmaları,

- Üye devletlerin üyelik süreçleri ve entegrasyon süreçlerinin yavas ve
uzun bir sürece yayılmasının entegrasyondan beklenen sonuçları
geciktirmesi,

- Birlesme ve bütünlesmede yakalanan ivmenin dıs politikaya
yansıtılamaması

        Sonuç olarak bölgesel ve küresel güç olma arzusunu Lizbon Antlasması ile
ısrarlı bir sekilde ortaya koymaya çalısan Avrupa Birliği’nin, reel politik bakıs
açısından, artık kitle iletisim araçları ile sınırların ortadan kalktığı bir dünyada,
ancak normatif güç bakıs ve bu kapsamda ortaya konulacak politikalar ile
gerçeklestirebileceğini ifade edebiliriz. Bu sekilde, demokrasinin, insan haklarının
ve ekonomik refahın daha iyiye gideceğini vadeden bir AB’nin, uluslararası
sistemde kazanmasa bile, uluslararası kamuoyunda kazanan taraf olacağı
umulmaktadır. Ancak bu beklentinin gerçeklesmesi, büyük oranda, AB’nin bundan
sonra ortaya koyacağı politikalara ve uygulamalara bağlıdır.

Kaynakça

Asseburg, Muriel. “The Arab Spring and the Arab-Israeli Conflict: A
Vicious Circle of Mutually Reinforcing Negative Repercussions”, Sven
Biscop, Rosa Balfour & Michael Emerson, (Der.) An Arab
Springboard For EU Foreign Policy? Ocak 2012, s. 90.

“Avrupa Birliği’nin Ortak Dısisleri ve Güvenlik Politikası ve
Türkiye’nin Uyumu”, Đstanbul, Đktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları,
2002, s. 7, 12.

Bickerton, Christopher J. “Functionality in EU Foreign Policy: Towards a
New Research Agenda?”, Journal of European Integration, Cilt: 32
No: 2, 2010, s. 215–217, 220–221.

Biscop, Sven et al. “Mediterranean Mayhem: Lessons for European Crisis
Management”, Sven Biscop, Rosa Balfour & Michael Emerson (Der.),
An Arab Springboard For EU Foreign Policy? 2012, s. 80–81.

Canbolat, Đbrahim S. Avrupa Birliği ve Türkiye; uluslar üstü sistemle
ortaklık, Đstanbul, Alfa Aktüel Yayınları, 2011.

Çayhan, Esra. “Avrupa Güvenlik ve savunma Politikası ve Türkiye”,
Akdeniz Đ.Đ.B.F. Dergisi (3) 2002, s. 43–45.

Crow, Brian. “ A Common Euroepan Foreign Policy after Iraq?”,
International Affairs, Cilt: 79, No: 3, Mayıs 2003, s. 533, 535, 536.

Council of The Europeanunion, Brussels, 31 May 2013, 10306/13, (OR. en)
PRESSE 225, http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/EN/fo
raff/137355.pdf, 31 Mayıs 2013

Dinan, Desmond. Europe Recast-A History of European Union,
Hampshire, Palgrave Macmillan, 2004, s. 58, 59, 99, 246.

Durance, Philippe ve Michel Godet, “Old Europe New
Challanges”,Emerald foresight, Cilt: 9 No: 6, 2007, s. 3–6.

Durand, Fabien Jean Pierre Daniel, The European Community’s Response
to the Central European Challenge the Genesis of a European
Common Foreign Policy, Durham University Press, 1994, s. 95.

Eralp, Atila, “Avrupa Birliği'nde Lizbon Antlasması çerçevesinde yapılmaya
çabalanan kurumsallasma sürecini, aynı zamanda da Avrupa Birliği
Baskanlığına Herman van Rompuy'un seçilmesini yorumladı.”, 10 Ocak
2013, s. 1, http://www.dispolitika.org.tr/dosyalar/aeralp_111209.html.

Gingsberg, Roy. H. “Ortak Dısisleri ve Güvenlik Politikası”, Desmond
Dinan, (der.) AB Ansiklopedisi, s. 216.

Hettne, Söderbaum and Frerdik. Civilian Power Or Soft Imperialism? EU
as a Global Actor and the Role of Interregionalism, Gothenburg,
2005.

Hill, C. European Foreign Policy: power block, civilian model – or flop?

Hill, Christopher ve Michael Smith, “International Relations and the
European Union: Themes and Issues in International Relations and
the European Union”, Christopher Hill, Michael Smith (der.), Oxford,
The new European Studies Series, 2011, s. 10–11.

Hollis, Rosemary, Europe in the Middle East in International Relations of
the Middle East, edt. L. Fawcett, Oxford University Press, 2005, s. 307.
http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/lizbon_antlasmasi.pdf
Kahraman, Sevilay. “Avrupa Birliği ve Irak Krizi: Bölünmeden Yeniden
Birlesmeye Uzun, ince Bir Yol”, Ankara Avrupa Çalısmaları Dergisi
Cilt: 2, No: 1–4, Bahar 2003, s. 152–153.

Karluk, Sadık Rıdvan, “Küresellesen Dünyada Avrupa Birliği’nin Orta Asya
Ülkeleri Đle Olan Đliskileri ve Bölgeye Yönelik Stratejisi”, Yeni Đpek
Yolu, TRACECA, www.bildiri.anadolu.edu.tr/papers/bildiri/makale/
1073_b220p82.doc.

Kaya, Ayhan et al. Avrupa Birliği’ne Giris, Tarih, Kurumlar ve
Politikalar, Đstanbul, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011, s. 3.

Kuzmicheva, Larisa, “EU Foreign Policies in the Middle East--Iran, Iraq,
Syria, Israeli-Palestinian Peace Process”,
http://www.wilsoncenter.org/sites/default/files/kuzmicheva.pdf
“Lizbon Antlasması Đçin El Kılavuzu”, 13 Ocak 2013,
http://www.abbilgi.eu/web/Portals/0/docs/pdf/lisbon-final.pdf.
Irondelle, Bastien. “Euroepan Foreign Policy:the End of French
Europe”,Euroepan Integration, Cilt 30, No 1, 2008, s.165

Manners, Ian. “Normative Power Europe: A Contradiction in Terms
?”,Journal of Common Market Studies, Cilt: 40, No: 2, 2002, s. 236,
238, 239.

McCormick, John. Understanding the euroepan union, A Concise
Introduction, New York, Palgrave Macmillan, 2005, s. 59.

Noutcheva, Gergana.“Enlargement Policy towards Central and Eastern
Europe, 1989-2007/Normative Intended” in Who is a Normative
Foreign Policy Actor? The European Union and its Global Partner,
Centre For European Policy Studies, Brussels, 2008, s. 28.

Official Journal of the European Union, 13 Ocak 2013, http://eurlex.
europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:2007:306:FULL:E
N:PDF.

Özdal, Barıs. “Lizbon reform Andlasması’nın Ortak Güvenlik ve Savunma
Politikası’na Đliskin Düzenlemelerin Analizi”, Journal of Security
Strategies (Güvenlik Stratejileri Dergisi), Issue 07/2008, s.148

Özler, Zeynep.“Lizbon Antlasması” Đktisadi Kalkınma Vakfı Değerlendirme
Notu, no:9 Ekim 2009,s.1

Pardo, Ramon Pacheco. “Normal Power Europe: Non-Proliferation and the
Normalization of EU’s Foreign Policy”, European Integration, Cilt:
34, No: 1, 2012, s. 2, 3.

Salmon, Traver C. “Avrupa Siyasi Birliği”, Desmond Dinan (der.), Avrupa
Birliği Ansiklopedisi, Đstanbul Kitap Yayınevi, 2004, s. 181–182, 184–
185.

Sander, Oral. “Yeni Bir Bölgesel Güç Olarak Türkiye’nin Dıs Politika
Hedefleri”, Faruk Sönmezoğlu (der.), Türk Dıs Politikasının Analizi,
Đstanbul, Der Yayınları, 1994, s. 420.

“The Single European Act”, 22 Ekim 2012,
http://ec.europa.eu/economy_finance/emu_history/documents/treaties/si
ngleuropeanact.pdf.

Sissoko, Macki M. et al. “Impacts Of The Yaounde And Lome Conventıons
On Ec-Acp Trade”, The African Economic & Business Review, Cilt:
1, No: 1, 1998, s. 6, 8–11.

Smith, Michael E. “The framing of European foreign and security policy:
toward a post modern policy framework?”, Journal of Euroepan
Public Policy, Cilt: 10, No: 4, 2011, s. 557, 559, 560.

Tezcan, Ercüment. “Maastricht ve Amsterdam Antlasmaları Çerçevesinde
Avrupa Birliği ve Batı Avrupa Birliği Đliskileri”, Ankara Üniversitesi
SBF Dergisi 54–1, s. 144–145.

Tomic, Nikola. “Coordinative Discourses in Brussels: An Acency-oriedted
Model of EU Foreign Policy Analysis”, Perspectives on European
Politics and Society, 2013, 14:2, s225

Tonra, Ben ve Thomas Christiansen. The Study of EU Foreign Policy:
Between International Relations and European Studies, Rethinking
European Union Foreign Policy, Manchester University Press, 2004,
s. 1, 9.

“Treaty of Maastricht on European Union”, 17 Ekim 2012,
http://europa.eu/legislation_summaries/institutional_affairs/treaties/treat
ies_maastricht_en.htm.

Turan, Aslıhan P. Avrupa Birliği’nin Afrika Kıtası’na Yaklasımı, Mayıs
2010, s. 1, 2.

Usul, Ali Resul. “Avrupa Birliği’nin Orta Asya Politikaları: Sessiz ve
Derinden”, Mustafa Aydın (der), Küresel Politikada Orta Asya, Nobel
Yayınları, Ankara, 2005, s. 191.

Ülger, İrfan Kaya. Avrupa Dış Politikası ve AB Genişlemesi”, Avrupa
Birliği Üzerine Notlar, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, Şubat 2005, s.
34.

Wagner, Wolfgang. ”Why the EU’s common foreign security policy will
reaminintergovernmental: a rationalist institutional choice analysis of
Euroepan crisis management policy”, Journal of European Public
Policy, Cilt: 10, No:4, 2003, s. 579.

Whiteman, R.G. From Civilian Power to Superpower? The International
Identity of the EU, Basingstoke, Plagrave Macmillan, 1998.

Whitney, Craig R. “A European common foreign and security policy?”,
Cambridge Review of International Affairs, 10: 2, 1997, s. 176–177.

Yorumlar