- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
VE
TURUNCU DEVRİMLERİN
BENZERLİKLERİ
Mihail Saakaşvili ve Gül Devrimi
Bağımsızlık sonrası ilk devlet başkanı olan Zviad
Gamsakhurdiya, bir türlü kurulamayan siyasi düzen ve sağlanamayan istikrar
neticesinde muhalefet tarafından verilen ültimatomu takiben Ocak 1992’de ülkede
yönetimini ele alan Askeri Konsey tarafından görevinden alınmıştır. * Gamsakhurdiya, bir yılı bile
bulmayan kısa iktidar döneminde Gürcistan’ın dış politika söylemini,
bağımsızlığı güçlendirecek ve toprak bütünlüğünü sağlayacak ilişkilerin
kurulması hedefi üzerine inşa etmiştir. Bu çerçevede RF, ülkenin bağımsızlığı
ve toprak bütünlüğünün önündeki en büyük tehlike olarak tanımlanmıştır (Aydın,
2012:68). Kurtarıcı olarak davet edilen SSCB’nin Dışişleri eski Bakanları’ndan
Eduard Şevardnadze, Ekim 1992’de yapılan seçimlerle devlet ve parlamento
başkanı seçilmiştir. Abhazya ve Güney Osetya’nın ayrılık kararı aldığı,
Acaristan ve Cevahati- * Kısa süren siyasi mücadeleyi takiben 31 Aralık 1993’te
hayatını kaybetmiştir. Merkezi otoriteyi dışladığı bir ortamda iktidar olan
Şevardnadze, dağılma aşamasında olan bir ülke devralmıştır (Sarıkaya ve Çoban,
2014, s. 421). Moskova’nın etkisiyle Acaristan, Abhazya ve Güney Osetya’daki
ayrılıkçı hareketler kısa süre içinde Tiflis yönetiminin en önemli sorunu
haline gelmiştir. Bu nedenle Tiflis yönetimi, Moskova ile ilişkilerini
düzeltmeye ve ayrılıkçı bölgeler problemini toprak bütünlüğünü muhafaza ederek
çözmeye çalışmıştır. Şevardnadze döneminde Bağımsız Devletler Topluluğu
(BDT)’ye katılan Gürcistan, topraklarını Rus üslerine açmak zorunda kalmış,
ancak aynı zamanda Moskova’ya karşı bağımsızlığını muhafaza etmek için Batılı
ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye yönelmiştir.(Sandıklı, İsmayilov ve
Gafarlı, 2014, s.19) Şevardnadze’nin iktidarı mutlak hâkim olarak ele ge-
çirdiği Ekim 1995’e kadar olan dönemde, Gürcistan’ın ideolojik, dini ve etnik
çatışmaların baskısı altında, topraklarının tamamında merkezi otoritenin tesis
edilemediği başarısız bir devlet halinin devam ettiği görülmüştür (Çelikpala,
2012:7)
Ekonomik açıdan ise,
başlangıçta eski Sovyet cumhuriyetleri arasında başarılı ülkelerden biri olarak
ortaya çıkan Gürcistan, gayri safi milli hasılasını 1996 ve 1997 yıllarında
yüzde 11 oranında büyümüştür. Aynı yıl içinde ekonomik alanda önemli reformlar
yaptığı görülmüştür. Ancak tüm bunlara rağmen ilerleyen yıllarda ekonomik
büyüme çok zayıf kalmıştır. Böylece ekonomik büyüme oranları ve para istikrarı,
Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşların kredileri yardımıyla
sağlanan geçici bir büyüme olduğunu kanıtlamıştır. 1998 ve 2003 yılları
arasında Gürcistan ekonomisi Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattına rağmen
durgunlaşmış ve ekonomik reformları durma noktasına gelmiştir (Aydın,
2011:40-41). Ülkede yaşanan bu ekonomik durgunluk siyasi alana da yansımış ve
yaşanan halk hareketi sonucu iktidar değişikliği gerçekleşmiştir. 22 Kasım
2003’te Tiflis'te yaklaşık 50 bin kişilik karşıt görüşlüler tarafından miting
gerçekleştirilmiştir. Mihail Saakaşvili tarafından yönetilen karşıt görüşlüler,
Eduard Şevarnadze’nin yeni meclisin ilk toplantı konuşması sırasında ellerinde
rengarenk güller ile parlamentoyu basmışlardır. Bunun üzerine Başbakan
parlamentoyu terk etmiştir (Газета “Коммерсантъ”, 2013). Gürcistan’ın ilk
başbakanı Gamsakhurdia’nın bir zamanlar sarf ettiği “düşmanlarımıza mermi değil
gül atacağız” sözlerini hatırlayan halk, parlamento binasına rengarenk güller
attığı için Gürcistan‘daki bu halk hareketine “Gül Devrimi” denilmiştir
(Sarıkaya ve Çoban, 2014:418). Aslında Şevardnadze yönetiminin muhafazakâr
unsurlarının tasfiyesiyle sonuçlanan ve “Gül Devrimi” ( http://news.bbc.co.uk )
* olarak nitelenen sürecin somut başlangıcı, 2 Kasım 2003’te yapılan genel
seçimler olmuştur. Bu seçimler, Gürcistan’daki siyasal dönüşümü hızlandıran en
önemli olay olarak gündeme gelmektedir. Seçimleri izleyen bağımsız
gözlemcilerin, seçimleri Saakaşvili’nin Ulusal Hareketi’nin kazandığı yönündeki
değerlendirmelerine rağmen seçim kurulunun seçimi * İlk zamanlarda “Kadife Devrim”
olarak da anılmaktadır.
Saakaşvili Dönemi Gürcistan: İç ve Dış Politika Üzerine Bir
Değerlendirme iktidar partisinin kazandığını açıklaması, muhalefetin sokağa
dökülmesine ve Şevardnadze karşıtı protestoların başlamasına neden olmuştur.
“Gül Devrimi” olarak adlandırılan bu süreçte, muhalifleri örgütleyen Kvama
(Yeter) gibi sivil hareketlerin etkinliği dikkat çekmiştir. Tüm muhalif
unsurların organize biçimde hareket ettiği bu protesto hareketinin demokratik
ve barışçıl karakteri, tüm dünyanın ilgisinin Gürcistan’a yoğunlaşmasını
sağlamıştır. Şevardnadze, oluşan tepkileri görmezden gelerek, parlamento
başkanını seçmek ve siyasal süreci devam ettirmek amacıyla 22 Kasım’da
parlamentoyu toplamayı başardıysa da, aralarında Saakaşvili’nin de bulunduğu
muhaliflerin parlamentoya girerek istifasını istemesine engel olamamıştır.
Şevardnadze’nin 23 Kasım’da istifa ederek siyasi sahneden çekilmesi sonrasında,
4 Ocak 2004’te yapılan olağanüstü devlet başkanlığı seçiminde Saakaşvili yüzde
96 oranında oy alarak devlet başkanlığına seçilmiştir ( Çelikpala, 2012:12-
13).
Saakaşvili’nin seçim
öncesi kampanyası Soros Vakfı ve diğer uluslararası vakıflar ve Amerika
Birleşik Devletleri (ABD) tarafından da desteklenmiştir. Aslında Washington’ın
beklentisi; Orta Asya ve Kafkasya devletlerinin başına Batı taraftarı olan
iktidarların gelmesi ve böylece Moskova’ya karşı güçlü koz elde etmekle beraber
Hazar petrollerini kontrol etmek olmuştur. Batı dünyası, Saakaşvili’nin seçim
öncesinde Batıya yönelik bir politikacı olacağını ve iktidara gelince Avrupa’ya
yakınlaşmaya devam edeceğini ve Moskova’dan uzaklaşacağını düşünmüştür. Ancak
Saakaşvili iktidara geldiğinde RF ile ilişkilerin düzeltilmesini Gürcistan dış
politika konseptinde belirtmeye başlamıştır. Diğer taraftan da Saakaşvili
ABD’nin desteğini kaybetmek istememiştir. Gürcistan Abhazya ve Osetya
problemlerinin çözülmesinde ABD’den beklentisi yüksek olmuştur. Ancak ABD,
Gürcistan’a askeri açıdan gelişmesi için teknik ve finansal yardımda
bulunmasına rağmen Hazar petrolüne bağlı olarak kendi çıkarlarının peşine
düşmüş ve RF’nin Gürcistan’daki etkisini azaltmak için çabalamıştır. Ama
Sakaşvili, Gürcistan’ın dış politika yönleri açısından sorunlar yaşamıştır: ABD
mi RF mi? tercihleri arasında kalmıştır. Gürcistan açısından Washington güçlü
olmasına rağmen halk Moskova ile ilişkilerinin devam etmesinden yana olmuştur (
Bahturidze, 2011:1-3). Dolayısıyla Gürcistan iki ülke arasında dengeyi
sağlayacak bir politika tercih etmek zorunda kalmıştır. Saakaşvali’nin kendi
yönetimi sırasında hedeflediği konuların başında Gürcistan’ın üniter yapısı
gelmiştir. Sorunlu bölgelerin Gürcistan’la bütünleşmesini sağ- lamak için
karşılıklı diyalog ve ekonomik teşviklerle sorunların çözümünü hedeflemiştir.
Şevardnadze dönemindeki bozuk sistem yerine, renkli devrimlerin de yardımıyla
Gürcistan’da demokrasiyi gerçekleştirerek ayrılıkçı bölge halklarını yanına
çekmek istemiştir. “Sivil savaş ekonomileri” olarak isimlendirilen teorilerden
etkilenen Gürcistan’ın yeni yöneticilerinin bakış açısına göre asıl problem,
ayrılıkçı yönetimlerin ekonomik altyapısını oluşturan yolsuzluk ve
beceriksizlikten kaynaklanmıştır (Kantarcı, Veliev ve Aslanlı, 2011:261).
Saakaşvili’nin Devlet başkanı seçilmesiyle birlikte Acaristan
konusu yeniden gündeme gelmiştir. Saakaşvili’nin kendisini devirmek istediğini
açıklayan Abaşidze bazı tedbirler almıştır. Saakaşvili’nin Batum’a sokulmaması
ve Gürcistan kuvvetlerinin askeri yığınak yapmasıyla artan gerginlik Batum’da
gerçekleşen AbaşidzeSaakaşvili görüşmesiyle 17 Mart 2004’te bir ölçüde
yumuşamıştır. Nisan 2004’te ise gerginlik yeniden başlamış ve Mayıs ayında
Acaristan ile Gürcistan arasında ulaşımı sağlayan köprülerin milisler
tarafından yıkılması üzerine Saakaşvili, milislerin silahsızlandırılması için
Acaristan’a 10 günlük bir süre vermiştir. Batum’da baş- layan gösteriler ve
Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Sergei İvanov’un Batum’a gelip Abaşidze ile görüşmesinden
sonra Abaşidze Moskova’ya giderek Moskova’ya sığınmış ve Gürcü ordusu
Acaristan’a girmiştir. Saakaşvili açısından Gürcistan merkezi yönetiminin
Acaristan’a sahip olması önemli bir başarıydı. Dolayısıyla Saakaşvili bu
başarının Abhazya ve Güney Osetya’da da yaşanabileceği kanısına varmıştır (
Kasım, 2009:74). Saakaşvili’nin açıktan yürüttüğü Batı yanlısı strateji ve
politikalar, Moskova’yı bölgeye daha çok çektiği gibi, 1992’den sonra genel
olarak yaşanmakta olan sükunet yerini gittikçe artan bir gerilime, çatışma ve
istikrarsızlığa bırakmıştır. Hatta Güney Osetyalılarla Gürcüler arasında 2004
yılı yaz aylarında başlayan ve daha sonraki yıllarda da devam edecek olan sıcak
çatışmaların yolunun açılmasına neden olmuştur. Güney Osetya’daki Parlamento
seçimleri sonrasında Devlet Başkanı olan Eduard Kokoiti’nin, 23 Mayıs 2004
tarihinde yaptığı basın açıklaması Tskhinval ile Tiflis’i yeniden karşı karşıya
getirmiştir. Kısaca, yapılan açıklamada Kuzey Osetya ile aynı kültürü ve tarihi
paylaştıkları için RF içerisinde yer alması gerektiğini ve Tiflis yönetiminin
bu konunun çözümünde yetersiz kaldığını belirtmiştir. Bunun üzerine Gürcistan
Güney Osetya sınır bölgelerine 2000 Gürcü askeri konuşlandırmıştır (Kantarcı
vd., 2011, s.262-263). Böylece ilişkiler daha çok gerilmiş ve Güney Osetya
Parlamentosu’nun, 9 Haziran 2004 tarihli oturumunda, RF ile birleşme kararı
almasına kadar gerginlik sürmüştür. Daha sonraki gelişmelerle ilişkilerin
boyutu çatışmalara dönüşmüştür. Ocak 2005’te Strazburg’daki Avrupa Konseyi
Parlamenterler toplantısında Saakaşvili, Güney Osetya’ya, Gürcistan’a bağlı
açık otonomluk teklif etmiştir. Ancak Güney Osetya Bağımsız bir devlet olarak
Gürcistan’la bağları kalmadığını belirterek bu teklifi reddetmiştir. 15 Şubat
2006’da Gürcü Parlamentosu RF’nin Gürcü-Oset çatışma bölgesindeki barış sağlama
operasyonlarının durdurulmasını öngören bir beyanname kabul etmiş ve bölgedeki
Rus faaliyetini ‘barışa yönelik silahlı müdahale’ olarak nitelendirmiştir
(Kantarcı vd., 2011:268-269). Abhazya ile Gürcistan arasındaki gerilim ise,
Abhaz tarafının Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden ayrılarak Sovyet
Rusya’yla birleşmeyi talep ettiği 1978 yılında da görülmüştür. Bu doğrultuda
1989’da, 1931 öncesi Gürcistan’daki birlik statüsünün geri verilmesine yönelik
bir talep yapılmıştır. Ancak Sözkonusu talep, Gürcistan tarafından olumsuz
karşılanmıştır. Abhaz Yüksek Sovyeti, 1990 yılında Gürcü temsilcilerin
bulunmadığı bir oturumda, Abhazya’yı SSCB içinde bağımsız bir cumhuriyet ilan
etmiştir. Ancak karar, Gürcü Yüksek Sovyeti tarafından derhal feshedilmiştir.
Abhazya-Gürcistan ilişkileri 1991’de daha da gerilirken, çatışmaların
gözlendiği Güney Osetya’dan sonra sırada Abhazya’nın olabileceği tahminleri
sık- 100 Saakaşvili Dönemi Gürcistan: İç ve Dış Politika Üzerine Bir Değerlendirmelıkla
duyulmaya başlamıştır.
Gürcü ordusunun
Abhazya’ya girmesiyle 14 Ağustos 1992’de savaş başlamış ve aynı yıl Gürcü lider
Zviad Gamsakhurdia’nın liderliği sona ermiştir. Abhazlar, Gürcü ordusunu
1993’te topraklarından çıkarmayı başarmış ve bunu 1994’te imzalanan bir ateşkes
anlaşması takip etmiştir. Gürcistan’ın Abhazya’ya ve Güney Osetya’ya yaklaşımı,
Mihail Saakaşvili’nin 2003’te Gürcistan’ın lideri olması ve Abhazya’yı entegre etme
sözü vermesiyle daha da sertleşmiştir. Abhazya’nın tanınma için BM’ye
başvurduğu bir siyasi ortamda, RF, Abhazya ile bağlarını halihazırda
kuvvetlendirmişti (Ekinci, 2014:2-3). Sıcak çatışma ortamının devam ettiği bir
dönemde 17 Şubat 2008’de Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından,
Güney Osetya Parlamentosu, kendi bağımsızlığını tanıması için 3 Mart 2008’de
RF, BDT, BM ve AB’ye çağrıda bulunmuştur. Bunun üzerine 7-8 Ağustos 2008’de
Saakaşvili NATO ve AB yolunu açmak için Abhazya ve Güney Osetya’ya yönelik
askeri güç kullanmayı tercih etmiştir (bkz. Veliev ve Aslanlı, 2011).
Karanfil Devrimi Sonrası Gürcistan NATO-ABD
ile İlişkileri
Gürcistan-NATO ilişkilerinin başlangıcı bağımsızlığının ilk
yıllarına uzansa da, Tiflis’in üyelik süreci ciddi olarak 2000’li yıllarda
gelişmiştir. NATO bir yandan 2004 Mart’ında yedi Doğu Avrupa ülkesini bünyesine
alırken, diğer yandan da aynı yılın Haziran ayında yapılan NATO İstanbul
Zirvesi’nde Kafkasya ülkeleriyle ilişkilerini yoğunlaştırma kararı almıştır. Bu
zirvede, Güney Kafkasya ülkelerine kontak görevlileri ve bölge özel temsilcisi
atama kararına varılırken, Gürcistan, Azerbaycan ve Özbekistan’ın NATO
ittifakıyla Bireysel Ortaklık Harekat Planı geliştirme isteklerine de onay
verilmiştir. Dahası ittifak, Gürcistan’da 2004’te ‘Gül Devrimi’yle iktidara
gelen Mikail Saakaşvili yönetiminin reform çabalarını desteklediğini ifade
etmiştir (Özkan, 2012:46-47). 104 Saakaşvili Dönemi Gürcistan: İç ve Dış
Politika Üzerine Bir Değerlendirme 21 Eylül 2006’da New York’ta yapılan NATO
Dışişleri Bakanları toplantısında NATO Genel Sekreteri, Gürcistan ile diyaloğu
güçlendirmeyi teklif etmiştir (http://www.nato.int/).
Gürcistan’ın NATO’ya
üyeliği RF ve NATO arasında anlaşmazlık konusu olmuştur. Bölgenin jeo-stratejik
önemi, Avrupa’nın Moskova’ya artan enerji bağımlılığı ve enerji zengini Hazar
bölgesi arasında yer alması ve ABD’nin Hazar bölgesindeki güç dinamiklerine sahip
olmak için izlediği politikalardan kaynaklanmaktadır. RF ise Gürcistan ile
Ukrayna’nın NATO’ya üye olamayacakları konusunda uyarmaktadır (Özkan,
2010:8-9). Savaş sonrası ABD tarafından Gürcistan’ı desteklemek için 2009’da
“iki ülkenin ana çıkarlarını paylaşan Gürcistan’ın toprak bütünlüğü,
bağımsızlığı, egemenliği ve demokrasisi” içerikli ABD-Gürcistan Stratejik
Ortaklık Şartı imzalanmıştır (Nichol, 2014:6). Gürcistan-RF savaşı sonrası
Tiflis ile NATO arasındaki ilişkiler teknik olarak daha da ileriye taşınmış,
ancak siyasi olarak bu ilişki tıkanma eğilimi göstermiştir. NATO, yaşanan
savaştan endişe duyduğunu açıklayarak, sorunun Gürcistan’ın bağımsızlığına,
egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı temeline dayanarak barışçıl yollarla
kalıcı bir şekilde çözülmesi çağrısı yapmıştır. NATO Gürcistan’a askeri yardım
dışında kalan alanlarda yardım sözü vermiştir.
Eylül 2008’de de hem
bu yardımı hem de Bükreş Zirvesi’nde Gürcistan’ın yapacağı reformlara ilişkin
alınan kararları takip etmek üzere NATO-Gürcistan Komisyonu kurulmuştur.
Gürcistan, geçen 2-3 yıl içerisinde yerine getirdiği reformlar konusunda her
defasında NATO’dan takdir görmektedir. Bükreş Zirvesi’nde verilen Gürcistan’ın
NATO üyesi olacağı yönündeki söz ve yapılan reformlara ilişkin olumlu bakış,
sonraki süreçte gerçekleşen Strazburg (Nisan 2009), Lizbon (Kasım 2010) ve
Chicago zirvelerinde de tekrar edilmiştir. Ancak, diğer NATO zirvelerinde
olduğu gibi, Chicago’da da ittifak, Gürcistan’a üyeliğin gerçekleşebileceği
belirli bir tarih vermekten kaçınmıştır. Bunun yerine, Zirveden çıkan sonuç
deklerasyonu, üstü kapalı olarak Gürcistan’ın demokrasi, seçim sistemi, yargı,
savunma ve güvenlik alanlarında daha fazla reform yapması gerektiğine işaret
etmiştir ( Özkan, 2012:47).
TURUNCU DEVRİMLER
11 Eylül 2001 'den sonra eski Sovyet coğrafyasında
"tarihin tekerleği" daha hızlı dönmeye başladı. ABD önce Ekim 2001
'de Afganistan'da "Sonsuz Özgürlük Operasyonu"nu başlatarak bu ülkeye
askeri birlikler yığdı. Ardından, Özbekistan, Kazakistan ve Tacikistan' da
askeri üsler kurarken Gürcistan' a askeri danışmanlar göndererek eski Sovyet
coğrafyasında boy göstermeye başladı. Mart 2003'te neredeyse bütün dünyayı
karşısına alarak Irak'a saldırdı ve bu ülkeyi işgal ederek tıpkı Afganistan'da
yaptığı gibi "kukla hükümet" kurdurdu. ABD Soğuk Savaş sırasında
Eisenhower Doktrini'yle Ortadoğu'yu (1957), Carter Doktrini'yle de Pers
Körfezi'ni (1979) "yaşamsal çıkar alanı" ilan etmiş ve buradaki
gelişmelere kayıtsız kalamayacağını açıklamıştı. 1997'de de eski Sovyet coğrafyasını
bu bölgelere eklemişti. 1990' ların sonlarından başlayarak "Büyük Ortadoğu
Projesi" gibi kuramsal tartışmaları uluslararası kamuoyunun gündemine
getiren ABD, 11 Eylül sonrasında fiilen eski Sovyet coğrafyasına askeri olarak
yerleşti.
Gelişmeler bununla da
kalmadı ve bölgede bir dizi iktidar değişikliği yaşandı. 2 Kasım 2003'te
Gürcistan'da yapılan genel seçimlerin ardından yaşanan protesto gösterileri
sonunda 23 Kasım'da Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze istifa etti ve yerine
Mihail Saakaşvili göreve geldi. Gürcistan'ı bir yıl sonra Ukrayna izledi. 31
Ekim 2004' te yapılan devlet başkanlığı seçimlerine hile karıştığı söylemiyle
meydanlara dökülen halk 26 Aralık'ta seçimlerin yeniden yapılmasını sağladı ve
Rusya'nın desteklediği Viktor Yanukoviç yerine Viktor Yuşçenko'yu devlet
başkanlığı koltuğuna oturttu. 2005'in ilk altı ayında muhalefetin
"öfkesi" Orta Asya'ya sıçradı. Kırgızistan'da 27 Şubat'ta ve 13
Mart'ta yapılan iki turlu genel seçim sonuçlarına İtiraz eden halk ayaklandı.
Süreç Devlet Başkanı Asqar Akayev'in 23 Mart'ta ülkeyi terketmesi ve halkın
Bişkek'te geniş çapta yağmalamaya girişmesiyle sonuçlandı. Devlet Başkanlığı'na
geçici olarak Kurmanbek Bakiyev getirildi. Bütün dünya gözlerini bu bölgeye
çevirmiş, "sırada kim var" sorusuna yanıt ararken, 11-12 Mayıs'ta
Özbekistan'ın Andican kentinde çıkan ayaklanma İslam Kerimov tarafından
güvenlik güçlerince bastırıldı. Bunlar, tanık olunan iktidar değişiklikleri ya
da girişimler. Bir de "beklenenler" var: Nisan 2005'te ABD Dışişleri
Bakanı Condoleezza Rice, 1994'ten beri iktidarda olan Aleksandr Lukaşenka'yı
Avrupa'daki son diktatör olarak tanımlayarak, "Belarus'ta değişikliğin zamanının
geldiğini" açıkladı.
Hiç kuşkusuz bu iktidar değişikliklerinin/beklentilerinin çok
çeşitli nedenleri/sonuçları var ve çok çeşitli açılardan değerlendirilebilir.
Birincisi, bu yönetim değişiklikleri eski Sovyet coğrafyasında Rusya
Federasyonu ile ABD arasında bir etkinlik savaşımı olarak sunuluyor. Bu yoruma
göre, söz konusu ülkelerin hepsinde Rusya'nın desteklediği adaylar kaybederken,
Gürcistan ve Ukrayna'da açıkça ABD'nin desteklediği kişiler iktidara geldiler.
Gerek Kırgızistan ve gerek Özbekistan ABD'den uzaklaşarak Şangay İşbirliği
Örgütü (şİÖ) çerçevesinde Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu'na yakın bir
pozisyon almışlardı. Örneğin, Özbekistan Haziran 2001 'de şİÖ'ye katılmış, bir
yıl sonra da ABD' nin eski Sovyet coğrafyasında Rusya Federasyonu
önderliğindeki Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve şİö girişimlerine karşı
kendi etkinliğini sağlamak için kurdurduğu GUUAM (Gürcistan, Ukrayna,
Özbekistan, Azerbaycan, Moldova) girişiminden ayrılacağını açıklamıştı. Kerimov
S Mayıs 200S'te bunu resmen dile getirdi ve Mayıs ayı Özbekistan'ın ayı oldu.
Yine bu görüşü savunanlar yönetim değişikliklerinin ardında uluslararası
sermaye spekülatörü Soros ve CIA (Merkezi Haberalma Örgütü) ajanlarının
varlığından söz ettiler. Bu noktada yaşanan iktidar değişiklikleri serisinin
aslında eski Yugoslavya coğrafyasında başladığı yorumları yapıldı. İlk örnek
Slobodan Miloşeviç'in iktidardan düşürülmesinde yaşanmıştı ve benzer örnekler,
benzer sivil toplum örgütlerince diğer ülkelerde yinelendi. Kısaca bu birinci
yorum uluslararası etkenleri öne çıkararak, eneıji kaynakları açısından zengin
ve (tehdit olarak gösterilen) köktendinci İslam'ın kaynak coğrafyası olması
nedeniyle stratejik açıdan önemli bu bölgede etkinlik savaşımını öne çıkardı.
Hatta, bu "çekişme"ye AB'yi de katanlar oldu. Buna göre, Avrupa ile
Çin arasında "Yeni İpek Yolu" üzerinden ticaretin kara yoluyla
yapılmasının nakliye giderlerinde hava yoluna göre % 60 tasarruf
sağlayabileceği öne sürüldü.
İkincisi, eski Sovyet coğrafyasında yaşanan iktidar
değişikliklerinin "Sovyet artığı nomenklatura diktatörleri"nin
tasfiyesi olduğu yorumları yapıldı. Bu yorumlarda iç etkenler ağır bastı. Buna
göre SSCB'den ayrılarak bağımsızlığını kazanan devletler diktatörlerce
yönetilmişler, ekonomik kalkınma gerçekleştirememiş, insan hakları ve hukukun
üstünlüğüne dayalı demokratik yönetimler kuramamışlardı. İç etkenlere ağırlık veren yorumlarda insan
hakları ve demokrasinin önemli "sorun kaynakları" olduklannı
saptadıktan sonra bu kavramlar üzerinde biraz daha düşünülebilir. Ancak buna
geçmeden başka bir noktaya değinmek yerinde olacaktır. Tanık olunan yönetim
değişiklikleri başlanna birer sıfat eklenerek, "devrim" biçiminde
nitelendirilmişlerdir: Gürcistan'da Kadife (Gül) Devrim, Ukrayna'da Turuncu
Devrim, Kırgızistan'da Lale (Sarı) Devrimi gerçekleşmiş; Ermenistan' da
Kardelen Devrimi ve Azerbaycan' da da Hazar Devrimi beklenmektedir.
Uluslararası düzeyde tekelleşen kitle iletişim araçları "ideolojik
propaganda" yürüterek iktidar değişikliklerini "devrim"
biçiminde sunmakla yetinmemiş, "en zayıf halka" gibi
MarksistlLeninist paradigmanın kavramlarını kullanarak, yoksul ve yoksun
"çevre"nin, kendi çıkarlarını temsil etmeyen "merkez"e
karşı ayaklanması yorumunu yapabilmiştir. Hatta iktidar değişikliklerinin
ardında adı geçen spekülatör Soros'un Trotskist olduğu ve "sürekli
devrim"e olan inancılbağlılığı nedeniyle bu ülkelerde birer birer insan
haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti kurdurduğu yorumları bile
yapılmıştır. Bu süreçte "devrim"in ne olduğu, "karşı
devrim"le ayrıldıkları nokta, her iktidar değişikliğinin
"devrim" olarak nitelenip nitelenmeyeceği gibi sorular akıllardan uzak
tutulmuştur. Oysa, ne Gürcistan'da ne de Ukrayna'da bugünden yarına hiç bir
ekonomik, siyasal, toplumsal ya da örgütsel değişim/dönüşüm olmadığı gibi
Kırgızistan'da bir iktidar boşluğunun (bilerek) yaratıldığı öne sürülebilir. Ne
kadrolar değişmiştir, ne de izlenen politikalar. O zaman ne
"devrimi"dir bunlar ya da neden böyle sunulmaktadırlar?
Sorunun yanıtına Soğuk
Savaş sonrası "yeni dünya düzeni" başlığı altında tüm dünyaya
dayatılan üç temel değerden yola çıkarak başlanabilir: İnsan hakları, demokrasi
ve piyasa ekonomisi. Sonuncusundan başlarsak, piyasa ekonomisine geçiş
sürecinin SSCB döneminde, yeniden yapılanma (perestroyka) politikasıyla
başlandığından söz edebiliriz. Merkezi ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş
sürecinde eski Sovyet coğrafyası 15 yıl boyunca büyük bir "yağma"
yaşadı. Özelleştirme adı altında büyük miktarlarda sermaye el değiştirdi ve
toplumsal yeniden bölüşüm tüm adaletsizliğiyle bu devletlerde yaşayan halklara
büyük maliyetler ödetti. Piyasa ekonomisine geçiş süreci bu ülkelerdeki
iktidarları yıprattı. Şevardnadze ve Akayev'e karşı gelişen halk muhalefetinde
bu adaletsiz sürecin önemli etkisi oldu. Tartışmaların başka bir boyutu egemen
devletlerin bağımsızlığı noktasında düğümlendi. Bağımsızlığını kazanalı henüz
15 yıl olmuş bu devletlerden bağımsızlıklarının ekonomik ve siyasi dayanakları
alınmak istendi ve buna karşı bir tepki oluştu. Yalnızca siyasal bağımsızlığı
savunan ve sermayenin önünü açmayı amaçlayarak ekonomik
"bağımsızlığı" gözardı eden Wilsoncu bağımsızlık anlayışıyla,
ekonomik bağımsızlığı siyasal bağımsızlığın temeli sayan Leninci bağımsızlık
yaklaşımı çatıştı. Tartışma küreselleşme adı altında gelişmiş çoğu Batı
ekonomisinin gelişmemiş ekonomilere ekonomik ve siyasal istemleri dayattıkları
bir süreçte yapıldığından, Orta Asya'daki yönetimler çağdışı, antidemokratik,
otokrat yönetimler olmakla suçlandılar. Belki de gerçekten öyleler. Ama
"doğru olan"ın onlara dayatılması karşısında gösterdikleri refleks
kaçınılmazdır. Dayatmalar sırasında "demokrasi", "insan
haklan" gibi insanlık tarihinin yüzyıllara dayanan çok kıymetli ve olmazsa
olmaz değerlerinin emperyalist politikaların birer aracı olarak kullanılmaları
da bir başka boyut. Süreci Helsinki Nihai Belgesi'ne ve orada Soğuk Savaş
sırasında varılan bir uzlaşmaya dayandırabiliriz. Doğu Avrupa'da kendi
güvenliği için uygun gördüğü sınırlan Batı'ya onaylatma karşılığında SSCB insan
haklarının evrensel nitelikte olduğunu kabul etmişti. Ardından Carter Yönetimi
yumuşak karnı olduğunu düşündüğü insan hakları üzerinden SSCB'ye yüklendi.
Sürecin sonunda SSCB yıkıldı. Yerine ortaya çıkan Rusya Federasyonu'ndan uzunca
bir süre insan hakları sorulmadı. Ya da diğer cumhuriyetlerden. Ama şimdi gün
geldi. Yalnızca eski Sovyet coğrafyasıyla sınırlı değil bu politikalar. Aynı
coğrafyadaki Afganistan ya da Irak için de geçerli. Oysa kast sisteminin
sürdüğü Hindistan' a, ihlallere karşın Çin' e ya da yarım yüzyıla yaydığı işgal
ve imha politikalarını sürdüren İsrail' e karşı sorgulama söz konusu değiL. Bu
noktada tartışılması gereken en "kritik" konulardan biri de
"demokrasi". Günümüzde hiç kimse demokrasi tanımı vermezken bunu her
konuşmasında neredeyse herkes referans noktası olarak kullanıyor. Herkes kendi
açısından "demokrasi"den yararlanmaya çalışıyor ve bir diğerini
demokrat olmamakla suçluyor. Bazıları demokrasinin bir "sandık
fetişizmi"ne indirgendiğinden dem vururken, diğerleri (örneğin Putin)
kendisine bu konudaki eksiklikleri anımsatılınca, ABD' deki 2000 seçimlerini
örnek göstererek bunun bir standardının olmadığını öne sürüyor. Demokrasi
halkın halk tarafından yönetimidir. Halk kendi iradesini özgür seçimlerde
kullandığı oylarla dile getirir ve geleceğine sahip çıkar. Bu yönetim biçimi,
insanlık tarihin imbiğinden geçmiş kazanımlarından biridir ve kimsenin onu
kötüye kullanılmasına izin veremeyeceği kadar "değerli"dir. Oysa ki
günümüzde birileri (ABD ya da AB) diğerlerini demokratik olmamakla
suçlayabiliyor ve bunu izledikleri emperyalist politikaların bir aracı olarak
kullanabiliyor. İzlenen çifte standart bunu açıkça ortaya koyuyor: Suudi
Arabistan (ki Usama Bin Ladin dahil sözü edilen köktendincilerin finans kaynağı
burasıdır), İsrail (ki yarım yüzyıldır izledikleri yayılmacı ve insanlık dışı
politikaları kolayca saptanabilecek bir gerçektir) ya da başka devletlerde
aranmıyor da demokrasi, eskiden beri tanık olduğumuz biçimde Latin/Orta
Amerika'da ABD' yle aynı çizgide politika gütmeyen, eski Sovyet coğrafyasına
dahil olan (ki, bunu da kapitalist dünya ekonomisine yeni eklemlenen olarak
okumak olasıdır) ya da Soğuk Savaş artığı ve/veya süregelen düzene uymayanlar
olarak nitelendirebileceğimiz (Kuzey Kore, İran, Irak, Afganistan gibi)
ülkelerden isteniyor.
Demokrasiden söz
ederken bir kaç soru akla takılıyor. Neden demokrasi? Bu devletlerin hiçbirinde
böyle bir gelenek ya da tarihlerinin herhangi bir kesitinde böyle bir (Batılı
anlamda demokrasi) deneyim(i) yok. Demokrasinin insanlık tarihinin imbiğinden
geçmiş en istenen yönetim biçimi olduğu söylenebilir ve Batı merkezci tarih
anlayışıyla bakıldığında bunun aksini söylemek akılcı olmaz. Ama yine de, bölge
halkları, devletleri ve hükümetleri için böyle bir yönetim biçiminin, hem de
"dışarıdan dayatma" yoluyla istenmesi ya da sorgulanması çok anlamlı
görünmüyor. Afganistan ve Irak'ta kurulan demokratik yönetimlerin durumu
meydanda. Ya da Gürcistan ve Ukrayna'daki yönetim değişikliklerinin bu
ülkelerde bugünden yarına demokratik kurum ve kuralları yerleştireceğini
savunmak çok da gerçekçi değiL. Kırgızistan'da ise, Akayev dışında değişen
neredeyse hiç bir şey yok, üstelik olası siyasi istikrarsızlıklar bölgesel bir
"tehdit"e dönüşmeye başlarsa değişik biçimlerde "dış müdahalelere"
de açık bir konumda. Ayrıca, eski Sovyet coğrafyasına "demokrasi"
dayatanlar kabul etsinler ya da etmesinler demokrasi, ona uygun bir eğitim
sistemini, toplumsal örgütlenmeyi, hukuksal yapılanmayı ve her şeyden önce
ekonomik gelişmişlik düzeyini gerektiriyor.
Şu açıkça
savunulabilir: Ne kadar ulusal gelir (ve onun adil bölüşümü) o kadar demokrasi.
Batılı toplumlarda yüzyıllar içerisinde evrilen ve dünyanın geri kalanının
yüzyıllarca sömürülmesi üzerine inşa edilmiş bir ekonomik altyapıdan beslenen
demokrasi, gelişmemiş ülkelerde pek çok yerinden kötüye kullanılacak
zayıflıklarla maluL. Birden fazla siyasal partinin açık ve adil seçimlere
girmesi sonucu, sandıktan çıkanların belirli bir süre için iktidara gelmesi
"demokrasi"yi getirmiyor. Neden demokrasi sorusu kadar "neden
şimdi" sorusu da "manidar". Bu devletlerin hemen hepsi
bağımsızlıklarını kazandıklarından beri aynı diktatörler tarafından
yönetiliyorlar ve her birinin "diktatörlüğü" bu süre içerisinde
zayıflamadı, güç kazandı. ABD, ne Gürcistan'a askeri danışmanlar yollarken, ne
Ukrayna'yı GUAM girişiminin temel taşı haline getirirken, ne Kırgızistan'da ne
de Özbekistan' da askeri üsler kurarken bu devletlerin demokratik kimliklerini
sorgulamamıştı. Yani neden demokrasi sorusunun yanı sıra neden şimdi sorusu da
yanıt bekliyor. Sorgulanan başka bir boyut da, demokrasi adı altında "dış
kaynaklı" "sivil toplum örgütleri"nin bu iktidar değişikliklerinde
oynadığı rol oldu. Yugoslavya'da Miloşeviç'in iktidardan alınmasından
başlayarak Gürcistan'da, Ukrayna' da ve Kırgızistan' da "demokrasi"
için ayaklanan halkın benzer örgütlerce
ekonomik anlamda desteklendikleri ve benzer yöntemlerle başanya ulaştıklan
açıkça saptandı. Özellikle Orta Asya' da yönetim değişikliklerinin en
"demokratik" olan Kırgızistan' dan başlaması da ilginçti. Zira daha
az demokratik olduğundan kuşku duyulmayan Özbekistan'da halka karşı silah
kullanıldı ve demokratik iktidar değil, güçlü iktidar kazandı. Belki de son
olarak bütün yönetim değişikliklerinin "demokratik" yollardan
yapılmadığı öne sürülen seçimler sonrasında gerçekleştiğine değinilmelidir. Bu,
Gürcistan'da, Ukrayna'da ve Kırgızistan'da böyle olduğu gibi, Azerbaycan'da da
Kasım'daki seçimler sonrasında beklenmektedir. Seçim süreci yaşamayan Özbekistan'daki
halk hareketi başarısız olmuştur. Eski Sovyet coğrafyasında yönetimler birer
birer el değiştirip "demokratik" yönetimler inşa edilirken Rusya bir
yandan bu bölgedeki etkinliğini kaybetmekten rahatsızlık duymakta, ama bir
yandan da askeri üsleri ve ekonomik ilişkileriyle bölgedeki etkinliğini
sürdürmeye çalışmaktadır. Kısacası tekellerin elindeki kitlesel iletişim
araçları ne kadar tek yönlü bilgi akışını dayatsalar da bugünden yarına bölgede
Rusya'nın etkinliğini tamamen yitirmesi beklenmemelidir.
TURUNCU DEVRİMLERİN BENZERLİKLERİ
*Hepsi
şiddete başvurmayan sivil itaatsizlik
üzerine olması
* Sloganları
bayrakları ve sembolleri renkleri ve devrimsel amaçlarının benzerlikleri
(Gürcistan Kırmızı Gül Karanfil, Ukrayna Turuncu Kestane , Kırgızistan Sarı
Lale Limon )
*Liderlerin
ortak özellikleri hepsinin iyi dercede İngilizce bilmeleri
* Yuşenko’nun eşi ABD Dışişleri mensubu Saakaşvili’nin eşi
ise Holanda vatandaşı olması
* Sivil
itaatsizlik eylemlerinin seçimlerden hemen sonra başlamasıda tesadüf değildir.
*Soros
tarafından finanse edilen NGO lar
yerleştirilmiş olması
* ABD ve
Batı yanlısı sivil toplum örgütünün istekleri doğrultusunda amacına ulaşmış
olması
KAYNAKLAR
Eski Sovyet
Coğrafyasında "Devrimler"
makalesi Yrd. Doç. Dr. Erel
Tellal, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
SAAKAŞVİLİ DÖNEMİ GÜRCİSTAN: İç ve
Dış Politika Üzerine Bir Değerlendirme makalesi Nilgün ATICI KÖKTAŞ
Akdeniz Üniversitesi, İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Doktora Bölümü
Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da Kadife Devrimler Giray
Saynur Bozkurt
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Nutuk Dergisi'ne aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü Dergi ismi kullanılmadan kesinlikle yayınlanamaz.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Nutuk Dergisi'ne aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü Dergi ismi kullanılmadan kesinlikle yayınlanamaz.
Akademik Makaleler
giray saynur
gül devrimi
gürcistan devrimi
karanfil devrimi
saakaşvili
turuncu devrim
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder