Dün de Bugün de Cumhuriyet Devrimi Sınıf Mücadelesidir


Uğur Aytaç

Dün de Bugün de
Cumhuriyet Devrimi Sınıf Mücadelesidir

            Bu yazıda niyetimiz Kemalist Devrim üzerine tarihsel bir eksende tartışmalara girişmek değil. Bugünün ihtiyaçlarını gözeterek bir değerlendirme yapmayı hedefliyoruz. Ancak bu hedef için dünün mirasına ilişkin kısa bir hatırlatma yapmakta fayda var.

            Ulusal Kurtuluş Mücadelesini ve onu takip eden Cumhuriyeti yani toplamda Devrimi Türkiye’nin toplumsal yapısında nereye oturtacağımız bugün açısından da önemlidir. Devrimi kavramak, onu gerçekleştirmenin bir önkoşulu olsa gerek.

Cumhuriyet Devrimimizin Saflarını Oluşturan Sınıflar

            Çarpışanlara baktığımızda bir yanda batı kapitalizminin dünyalılaşarak geldiği emperyalizm aşamasını, emperyalist üretim ve bölüşüm ilişkilerinin yerel uzantılarını, siyasi rejimini ve ideolojisini görüyoruz. Karşısında ise toplumun yarattığı ekonomik değerin emperyalist sermaye ve devletlere, yerel uzantılarına aktarılmasına karşı çıkan yerli Anadolu burjuvazisinin, ülkesini modernleştirmek, kalkındırmak ve bağımsız kılmak hedefini benimsemiş radikal – devrimci aydın kadrosunun ve yine yerelde Ermeni – Rum faaliyetlerine karşı toprak mülkiyetlerini koruma refleksindeki bir kısım toprak ağalarının öncülüğünde Anadolu köylüsü durmaktadır.

            Cumhuriyetin ilanından sonra da devrimin ilerlemesi ve gerilemesini ancak bu sınıfsal analizle anlamamız olanaklıdır. Siyasi bağımsızlığın kazanıldığı ve iktidarın pekiştirildiği ülkede toprak ağaları devrimi sürdürmekten yana olmayacak, toprak reformu ve köy enstitüleri gibi girişimlerin karşısındaki en önemli toplumsal güç haline gelecekti.

            Yine aynı şekilde ulusal burjuvazi, devrimci önderlikteki aydın ve bazı bürokrat kadroların beklediği gibi toplumsal kalkınma yolunda ülkenin inşasına tuğla koymaktan ziyade kendi sınıfsal çıkarını gerçekleştirme yolunda yatırım maliyetleri daha az, piyasalara açılma riski daha düşük bir yolu yani emperyalist sermayeye süreç içerisinde eklemlenme yolunu seçecekti.

            İşte bu etkenler devrimin katılaşmasına ve içinden bir karşı devrim doğurmasına imkân vermişti. Devrimin ortaya çıkardığı iktidar bloğu homojen olmadığından Cumhuriyet’in ilk yıllarından sonra bu ve benzer yönelimler yavaş yavaş su yüzüne çıkıyordu. Bu toplumsal yapı, Mustafa Kemal’in programının kendi önderlik ettiği devrim güçlerinin bir kısmı tarafından tasfiye edilmesine yol açmıştı.

Emperyalizm Washington’dan Tek Atışta Giden Roket Değil

İlk olarak belirtmek gerekir ki emperyalizm  salt yurt dışından topluma yönelen bir ilişkiler zinciri değildir. Aynı zamanda emperyalizmin toplum içi ilişkilere nüfuz etmesi sadece ajanlarla, hainlerle kısacası üç beş kötü adamla olacak iş değildir.

Bahsettiğimiz ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkiler Türkiye’de batı sermayesiyle organik bağı olan, sömürünün yereldeki uygulayıcısı ve ortağı bir yerel sermaye sınıfının iktidarıyla yürütülmektedir.

Dün Amerikancı 12 Eylül Darbesi’ni sevinçle karşılayan TÜSİAD’ın bugün etnik bölünme sürecine alttan alta verdiği desteğin sırrını çözmek emperyalizmi ancak bu anlamıyla kavradığımızda mümkündür.

Etnik Bölünmenin İdeolojisini Büyük Sermayenin Gazeteleri Üretiyor

Holdinglerin medya kuruluşlarında Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Barzani yönetimiyle yakınlaşması, Irak merkezi yönetimini yok sayarak enerji anlaşması yapması bir başarı hikâyesi olarak işleniyor. Yabancı sermaye girişine en çok bağımlı konuma gelmiş holdinglerin gazeteleri, çıkış yolu olarak Kuzey Irak enerji kaynaklarınagözü dikmiş durumda.

Bu gazetelerin analistlerine göre, Kürdistan’a “ağabeylik” edecek bir Türkiye bölgede ekonomik ağırlığı elde edecek. Bu da 9 yılda borcunu 5’e katlamış özel sektörü (bunların çoğu büyük sermaye firmaları) içinde sıkıştığı durumdan kurtaracaktır.[i]

Sadece ekmeği vatanına bağlı toplumsal sınıflar önce vatan diyebilir. İşçisi, köylüsü, esnafı, küçük üreticisi ekmeğini ancak bağımsız ve birlik içindeki bir vatan üzerinde esenlik içinde kazanabilir. İşçi; Türk – Kürt, Alevi – Sünni diye bölünmeden birlik olursa hakkını arayabilir. Bağımsız bir ülkede köylü, esnaf ve küçük üretici emperyalist tekelci kapitalizmin çarklarına karşı hayatta kalabilir ya da mülksüzleşir.

Emperyalist Sermaye ve Doğal Uzantısı “Ekmeğini” Nasıl Kazanıyor?

            Lenin, emperyalizmin temel özellikleri olarak tekelci kapitalizmi, sermaye ihracını, mali sermayenin oligarşisini sayıyor.[ii] Türkiye’nin de kaynaklarını sömürmenin en etkin araçlarından biri mali (finansal) sermayenin operasyonları olmuş durumda. Küresel krizin hissedildiği, ekonominin durgunlaştığı, işsizliğin ve yaşam pahalılığının arttığı 2007 – 2011 yılları arasında finansal sektörün toplam kârlılığı yaklaşık olarak %30 artıyor.[iii]

            Ama belki de sevinmeliyiz. Ne de olsa memlekette bir sektörde bile olsa bu denli yüksek kâr artışı ekonomiye katkı sağlar. Belki alıp verip ekonomiye can verirler. Ne de olsa koskoca finans sektörü.

            Ancak kârları koskoca olan finans dünyasının kendisi o kadar da kocaman görünmüyor. 2011 yılında yarattığı istihdam sadece 255 bin.[iv] Borsada halka açık şirketlerde hisse senedi sahibi sayısı ise 1 milyon. Kaldı ki bunların çoğunluğu büyük oyuncuların yuttuğu küçük balıklar. Kısacası bu kârlar bankalarımızın, portföy şirketlerimizin, dev holdinglerimizin ve büyük yabancı oyuncuların cebine akmaktadır.

Emperyalizmin Fideliklerinde Emekçinin Suyu Sıkılır

            Sömürü yalnızca bağımlı ülkelerin açıklarına karşılık yüksek faiz getirisi sağlayan sermaye hareketlerinden ibaret değil. Küresel sermaye ve taşeronları ücretleri bastırarak üretim maliyetlerini düşürmek ve kârlarını en çoklaştırmak derdindedirler.

            24 Ocak kararlarını uygulamaya koyan 12 Eylül cuntası ve sonraki dönem nasıl ücretleri işveren lehine bastırdıysa, emperyalizmin son hamlesi AKP döneminde de emekçinin ensesindeki yumruk katmerlenmiştir. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından 2009 yılına sanayi işçilerinin gerçek ücretleri %5.5 oranında geriledi. Üstelik bu seviye 2001 krizindeki ücretlerin dahi altındadır.[v]

            Eğer işçi hakkını arayacak olursa, emperyalist sermayenin uzantısı ve ortaklığını yapan büyük sermaye gruplarımız emekçinin gözünü korkutmaya kalkar. Sabancı Holding de haklarını arayan Lassa işçilerine karşı fabrikayı işgücü maliyetinin daha düşük olduğu Mısır’a taşıyacağını ilan etmiştir.[vi] Ne de olsa sınırlar yok! Sermaye bir bakmışsın Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bir bakmışsın Malezya’da belki de Mısır’da.

            AKP de buna uygun politikaları uygulamakta gecikmemiştir. 2003’te geçirdiği 4857 sayılı iş yasasıyla kıdem tazminatı ve iş güvencesine ilişkin kazanılmış hakları yok saymış, aynı yasada işçiler için kölelik koşullarının oluşmasına hizmet eden “işçi kiralama” uygulamasını da hayata geçirmiştir.[vii]

            Tabii ki AKP bu operasyonların ödülünü ve gelecektekilerin peşinatını emperyalist kurumlardan yeterince almıştır. 2005 yılında hükümet hiçbir güvenilirlik ölçütüne uymamasına rağmen IMF 10 milyar Dolar tutarındaki yardımı neden sağladığını raporlarında geçen şu cümleyle ifade etmiştir: “Üç yıllık bir program 2007 Kasımında yapılacak olan bir sonraki genel seçimler için bir çıpa sağlayacaktır.”[viii]

Küçük Üreticinin Boğazına Çökenler

            Emperyalizmin tekelci kapitalizm olduğuna yukarıda kısaca değinmiştik. Önce kendi iç piyasalarında büyüyen ve devleşen batı tekelleri ve bunların ortaklığını yürüten yerli büyük sermaye grupları tekel olmanın gücüyle küçük üreticiyi can çekişen bir konuma sürüklemiştir.

            Sanayi ürünleri satışında alternatifsiz, hammadde alımında güçlü alıcı konumundaki tekeller kendi satışlarında fiyatı sürekli yükseltirken, küçük üreticiden aldıkları hammadde ve ara malların fiyatları ya sabit kalmaktadır ya da düşmektedir.[ix] İşte emperyalistlerin ve yerli ortaklarının tekel kârlarını bu sömürü payı oluşturur.

            Bahsettiğimiz sömürü mekanizmasının sonuçlarını Türkiye’nin toplumsal yapısındaki değişimde de görebiliriz. 1980 yılında Türkiye’de çalışan nüfusun %30’u ücretlilerden oluşuyordu.[x] Kalanlarsa kendi hesabına çalışanlar, işverenler ve benzeri gruplardı. 2010 Türkiye’sine geldiğimizdeyse çalışan nüfus içerisinde ücretlilerin oranı %60’a yükselmişti.[xi]

            Elbette çalışan nüfustaki bu değişim bir noktada tarımsal nüfusun daralıp sanayi nüfusunun gelişmesi anlamına geliyor. Ancak tuhaflık şu noktada: kalkınma ve refahı anlamına gelecek bir sanayileşme sürecinde sanayi işgücüne talep arttığı için gerçek ücretlerin de yükselme eğilimine girmesi gerekirdi. Öte yandan tarımsal istihdam daralsa dahi gelişen teknolojinin tarımsal üretkenliği eskisinden de iyi konuma getirmesi beklenirdi.

            Oysa yaşadığımız çarpık sanayileşme, ülkenin bütünlüklü bir kalkınmasına yönelik değil emperyalist sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendi. Hem bağımlı bir yapı geliştirildi hem de ucuz işgücünden faydalanmak adına refaha değil sömürüye dayalı bir sanayileşme ve kentleşme süreci yaşandı.

            Ücretlilerin çalışan nüfusa oranla artışı da bu resimde küçük üreticinin, esnafın, zanaatkârın, çiftçinin dev tekeller karşısında can çekişmesinin, mülkünü kaybedişinin ve işgücünden başka satacak bir şeyi olmayan insanlar olarak şehirlere göçmesinin hikâyesidir. Bugün de bu sınıfların üzerindeki baskılar artarak devam etmektedir. Doktor, avukat, eczacı gibi eğitimli orta sınıflar da ücretlerinin bastırılması ve tekellere hizmet edecek işçilere dönüştürülme sürecinde diğer kesimlerle aynı saldırıya maruz kalmaktadır.

29 Ekim’in Programı Hangi Sınıfların Çıkarını Temsil Ediyor?

            1923’ten bu yana Türkiye’nin toplumsal yapısı aynı kalmadı. Aynı kalmadığı gibi sınıfların devrime yönelik tutumları da değişme gösterdi. O dönemki nitelik ve nicelik bakımından geri işçi sınıfı siyasi potansiyeli en yüksek, en geniş sınıf haline geldi. Cumhuriyet döneminde gelişip serpilen büyük sermaye çevreleri Türkiye’nin ucuz işgücü, hammadde üreticisi, montaj sanayi üssü olmasından yana emperyalizme eklemlendi. Gericiliği ve etnik gerilimleri emekçi sınıflara yeni “kimlikler” dağıtmak adına üretti.

            Ancak 29 Ekim’in programı bellidir. Emperyalizmi ve ortaçağ ilişkilerini tasfiye programını o dönem cılız olan Türk burjuvazisi sahipleniyorsa ve bugün bu programa karşı konumlanıyorsa kendisi bu ilişkilerle iç içe geçtiğindendir.

            Cumhuriyet aydınlanmacılığı da bahsettiğimiz sınıfsal bağlamdan bağımsız düşünülemez. Neoliberal politikaların uygulanması işçiyi, çiftçiyi, öğretmeni, eczacıyı köleleştirici politikaları doğrudan dayatıyor. Etnik ve dinsel kimliklerin öne çıkarılmasıysa halkın kaynaklarını bir avuç sermayedarın ve emperyalistlerin kasasına aktarmanın dolaylı yolu, ideolojik kılıfıdır. Sosyal bilimciler artık artan eşitsizliğin dinsel telkinlerle çalışanlar arasında nasıl meşrulaştırıldığına yönelik çalışmalar yapıyor.[xii]

            Sözün özü, 29 Ekim emperyalizme ve gericiliğe karşı en geniş cephenin programıdır. Emeğiyle yaşayanların, öğretmenlerin, doktorların, mühendislerin, çiftçinin, Bursa’daki havlu atölyesinde tekellere karşı yaşamaya çalışan küçük üreticinin programıdır. Günümüz koşullarında sömürü mekanizmasını işleten yerel uzantı sermaye sınıfı da bu programın karşısında konumlanmıştır.

            Tüm devrimci vatanseverlerin ülke gerçekliğini bu yönde kavrayıp, siyaset üreteceği bir dönemdeyiz. 29 Ekimleri bu bilinçle kutlayacağız. Vatan ve ekmek mücadelesini birleştireceğiz.
           




[i]Mehmet Bedri Gültekin, “Büyük Oyun” içinde Kürt Sorunu, Teori Dergisi, sayı 271, sf. 7 – 8
[ii]. V.İ. Lenin, Emperyalizm, Sol Yayınları, 2006.
[iii] Finansal Piyasalar Raporu, sf. 53, Aralık 2011, BDDK, www.bddk.org.tr
[iv] Finansal Piyasalar Raporu, sf. 50, Aralık 2011, BDDK, www.bddk.org.tr
[v] Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, sf. 216, İmge Kitabevi Yayınları, 2011.
[vii] Yıldırım Koç, AKP İşçilere Nasıl Zarar Veriyor, sf. 32, Kaynak Yayınları, 2006.
[viii] Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, sf. 197, İmge Kitabevi Yayınları, 2011.
[ix]Yıldırım Koç, Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizması, sf. 35, Tüm İktisatçılar Birliği Yayınları, 1976
[x]İşteki Duruma Göre İstihdam Edilen Nüfus, TÜİK, www.tuik.gov.tr
[xi]DİSK – Sosyal-İş Sendikası, 13. Olağan Genel Kurulu, Çalışma Raporu, sf. 25, 2012.
[xii] Korkut Boratav, “Emeğin tevekkülü”, Birgün gazetesi, 04.09.212

Yorumlar