- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Eski
Tren Rayları Süngümüz, Tenekeler Mataramız!..
Alptekin
Müderrisoğlu’nun yazdığı “SAKARYA” belgesel kaynaklara dayalı, büyük bir emekle hazırlanmış çok
önemli bir eser. Yakın tarihimizin dönüm noktası olan, askerimize deneyim ve
moral kazandıran bu zafer, cephe gerisinde askeri için didinen fakir Anadolu
halkının da zaferidir. O günleri, ekonomik ve sosyal koşulları içinde kavramak
ve tarihimizi anlayarak sahip çıkmak için okunması gereken bir kitap.
Başkomutan zamanla yarışıyor!
Meclisin oybirliğiyle “Başkomutan” seçilen Mustafa Kemal Paşa’nın artık sınırsız bir yetkisi vardı
(5 Ağustos 1921). Vereceği her emir bir “yasa” hükmünde sayılacaktı. Başkomutanımızın, emirle elde edemeyeceği
iki şey vardı: Zaman ve para… Mali ve maddi kaynakların yetersizliği,
korkunç bir tablo halinde tam karşısında duruyordu. Normal koşullarda
başvurulacak olası çözümlerin her biri çıkmaz sokaktı. Üstelik kaybedilecek
fazladan bir saniyemiz bile yoktu!
Mustafa
Kemal Paşa 7-8 Ağustos 1921’de beşer
maddelik iki ayrı emri yayımlayarak telgrafla tüm Anadolu’ya gönderdi, vali ve
kaymakamlar da emri tüm halka duyurdu. Yasa gücündeki bu emirler “Ulusal Yükümlülük Emirleri” (Tekâlif-i Milliye Emirleri) idi.
Bunlardan 9 no’lu emir, cephane gücü acınacak durumdaki ordumuzu, var
gücümüzle desteklemeye yönelikti:
Dokuz
Numaralı Emir: Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç
ve araba yapan esnaf ile imalâthaneler saptanacak, bunların üretim, onarım ve
yapım kapasiteleri hesaplanacaktır. Ayrıca süngü, kılıç, mızrak ve eyer
yapabilecek zanaatkârlar aranıp saptanacaktır. Yukarıda belirtilen esnaf,
imalâthane ve zanaatkârlar savaş araç ve gereçleri üretim, onarım ve yapımı ile
görevlendirilecektir. Sürekli görevlendirileceklere geçimlerine yetecek ücret
ödenecektir. (s. 426)
“İmalat-ı Harbiye”nin Ocağında Pişen Ustalar
“İmalat-ı
Harbiye’nin, kökü yıllar öncesine ve İstanbul’a dek uzanan bir öyküsü
vardı. Osmanlı İmparatorluğu bir savaş endüstrisinden
yoksundu. Her türlü silah yurtdışından sağlanıyordu. İstanbul’daki birkaç eski
silah fabrikası, silah onarımı ile bazı cephane üretimini bile zor
karşılıyordu. Bu fabrikalar, İmalat-ı Harbiye Mektebi (Askeri Sanat
Okulu) mezunlarıyla çok genç yaşlarda alınıp yetiştirilen usta ve
işçilerle beslenirdi. Bu usta ve işçiler, İmalat-ı Harbiye diye anılan, kendine
has gelenekleri, eğitimi ve havası olan bir ocağı oluştururdu. Bu ocakta asker
ve sivil kişiler bir arada çalışır, bilgi ve ustalık her rütbeden önce
gelirdi.” (s. 485)
Anadolu’da ulusal direniş
başladığında İstanbul’dan kaçan İmalat-ı Harbiyeliler önce Eskişehir’e gider ve
oradaki demiryolu atölyesinde, kamaları alınmış toplara kama üretmeyi dener.
Yunanların Eskişehir’e yürüyüşe geçmeleri üzerine toparlayabildikleri tüm
gereçlerle Ankara’ya gelirler.
İmalat-ı
Harbiyeliler Ankara’da!
Yoksul Ankara’nın ne bir
fabrikası, ne de atölyesi vardı. Gelenlere, eski bir süvari kışlasının ahırları
“yer” diye gösterildi. İlk işleri, kışla ahırlarındaki gübreleri temizlemek
oldu (Ankara Garı’nın
yakınında bulunan bu süvari kışlasının yerinde bugün, Makine ve Kimya
Endüstrisi Genel Müdürlüğü binası bulunuyor).
Önce birkaç baraka, sonra “top
kama yapım ve onarım”, “tüfek onarım” ve “kılıç yapım” bölümleri kuruldu.
Başlarında, yirmi beş yaşındaki genç mühendis Veli Bey vardı.
Ankara’ya aileleriyle birlikte
gelen İmalat-ı Harbiyeliler, Ankara Kalesi eteklerinde ortak yaşadıkları küçük
bir ev kiralayabilmişti ancak. Kadınlar ve çocuklar bir odada, erkekler bir
odada yatıyordu. Erkekler gece yarılarına kadar çalışıyor, uzun bir yürüyüşle
yorgun argın eve dönüyordu. Hiç durmadan çekiç sallayıp demirci ocağının
sıcağından kavrulan, canları pahasına, her an patlamaya hazır top mermileri
önünde arı gibi çalışan bu bir avuç insan ve onların gösterdiği olağanüstü
çaba, hiçbir zaman unutulmamalıdır.
“Yunanların
Ankara’ya doğru yürüyüşlerini sürdürdükleri bugünlerde, İmalat-ı Harbiyeciler
zamana karşı hırslı bir yarışa girişmişlerdi. Romen tüfeklerinin uzun sürgü
kollarını Alman tüfeklerine uydurmaya çalışıyorlardı. Ustalar aralarında ilkel
bir kitle üretim düzeni kurmuşlardı. Biri sürgü kolunu keserek kısaltıyor, biri
tornada işleyerek düzeltiyor, öteki yuvasına alıştırıyordu. Gece gündüze
karışmıştı. Uykusuzluktan ayakta duramayacak duruma gelen hemen oracığa
kıvrılıyor, tezgâhın başına bir başkası geçiyordu. Kale dibindeki evlerine bile
gidemez olmuşlardı artık…” (s.487)
Ankara’nın
“Demirciler Çarşısı”
O günlerde, usta demirciler de büyük bir emekle alın teri döküyordu. Düne kadar soba,
nal, kazma, kürek, kapı kilidi yapan eller, şimdi yalnızca “süngü” imal etmeye başlamıştı. Eski demiryolu rayları ve demir bahçe
parmaklıkları, yeni süngülere dönüşüyordu. Düne kadar maşrapa, semaver ve lamba
üreten tenekeciler de Sakarya’da ölümüne savaşan Mehmetçikler
için cepheye “matara” yetiştirme telâşındaydı!
Türk
Ulusu, Cephe Gerisinde de “Tek Yürek”
Kurtuluşun adım adım yaklaştığı
günlerde Anadolu bir yangın yeriydi… Çok yorgundu. Çok ama çok yoksuldu.
Kahramanlar hep vardı, korkaklar da… Bu doğum sancısını, tüm ayrıntıları,
belgeleri ve insanın gözlerini yaşartan hikâyeleriyle Alptekin Müderrisoğlu’nun “SAKARYA”
kitabında bulacaksınız.
Sakarya Zaferi, yakın Türk
tarihinin bir dönüm noktasıydı. Bu zaferi yalnızca savaş alanında kazanılan bir
başarıya indirgemek, küllerinden yeniden doğmayı başarmış Türk ulusunu hafife
almak olur.
Büyük bir emekle hazırlanan
eserde; her türlü kaynak belge taranarak bulunan binlerce küçük olay, birer
mozaik taşı gibi gün gün bir araya getirilmiş ve bizim Sakarya’yı bütünsel
olarak kavrayıp büyük resmi daha iyi görmemiz sağlanmış.
KAYNAK
http://www.bilgiyayinevi.com.tr/eski-tren-raylari-sungumuz-tenekeler-mataramiz
cumhuriyet devrimi
genelkurmay
kemalist devrim
kurtuluş savaşı
Kuvayı Milliye
milli mücadele
Tekâlif-i Milliye
ulusal egemenlik
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder