Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi: Artık Çin'den bir şey alma zamanı değil buraya bir şey satma zamanı

01.07.2019 Habertürk

Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Abdulkadir Emin Önen, Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu. Önen, Türkiye ile Çin'in uluslararası konulara bakış açısının benzer olduğunu söyledi. İşadamlarına çağrıda bulunan Önen, "Artık Çin'den bir şey alma zamanı değil, buraya bir şey satma zamanı" ifadelerini kullandı ‘TÜRK İŞADAMLARI ÇİN’İ İHMAL EDİYOR OYSAKİ BURASI AVRUPA VE ORTADOĞU’DAN ÇOK DAHA FAZLA KAZANDIRIYOR’

Çin Kalkınma Bakanlığı’nın dünyanın çeşitli ülkelerinden gazetecileri davet ettiği özel bir seminer programı için iki hafta önce Pekin’e geldik. Kısa bir süre sonra Çin ile ilgili algılarımızın ne kadar yanlış olduğunu fark ettik. Burası taklit ve kalitesiz mallarının üretildiği ucuz ülke imajını tersine çeviren, şehirleşmenin ve tüketim kültürünün çılgınca arttığı, gazeteci arkadaşım Çetiner Çetin’in deyimiyle “Mao’ya Prada giydirilen” bir ülkeye dönüşmüş. 

Seyahatimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G 20 sonrası Çin’e yapacağı ziyarete denk geldi. Erdoğan yarın Pekin’de Cumhurbaşkanı Şi Cinping ile görüşecek. Hem küresel ve bölgesel gerilimler hem de ekonomik ilişkiler bakımından kritik önemdeki bu ziyarette gündeme gelecek başlıkları Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Abdulkadir Emin Önen ile konuştum.

Emin Bey siz bir buçuk yıldır Pekin büyükelçisisiniz. Türkiye’deki Çin algısını konuşarak başlamak isterim. Türkiye’deki arkadaşlarım, her şeyin sahtesi burada üretiliyormuş, çok ucuz bir ülkeymiş gibi bir düşünce içerisinde. Halbuki şu anda Pekin dünyanın en lüks başkentlerinden biri. Türklerin kafasındaki Çin algısı ile gerçek Çin arasında nasıl farklar var?

Öncelikle Çin ile ilgili yanlış algılarımızın nereden kaynaklandığına bakmamız gerekiyor. Çeşitli üniversitelere yaptığım ziyaretlerde gençlerle sohbet ederken bu algıyla alakalı konuşuyoruz. Buraya “Uzakdoğu” deniyor. Oysa “Uzakbatı” diye bir kavram duymazsınız. Batı yakındır, kapı komşunuzdur ama Doğu uzaktır, gidemezsiniz, ulaşamazsınız. Siyasi doktrinleri kimin nasıl koyduğuna bakmak lazım. Bu bölgeyi zihinlerde uzaklaştırmışlar. İstanbul-Washington arası mesafe, İstanbul-Pekin arası mesafeden daha uzun. Ama Çin’in uzak olduğu algısı bizim kültürel ve ekonomik olarak iletişim kurmamızı engellemiş. Bundan dolayı da Çin’i öğrenirken Batı kaynakları üzerinden öğrenmişiz. Bir İngiliz veya Amerikalı yazarın gözünden Çin’i değerlendirmişiz. Çinliler de Türkiye’yi ve Türk örf adetlerini Batılı kaynaklar üzerinden okumuş. Aslında iki ülke toplumu birbirine çok uzak değil. Buraya geldiğimden beri çok fazla ortak nokta olduğunu görüyorum. Türkiye’de, “en ucuz iş gücü”, “ayda 100 dolara çalışan insanlar” ya da “pirinç tarlalarında hasır şapkayla çalışan fakir insanlar” şeklinde düşünceler söz konusu. Oysaki burası dünyanın en lüks başkentlerinden bir tanesi. Daha da önemlisi burada yaşam standardı Türkiye’nin çok üzerinde olan ultra zengin bir sınıf var. Ayrıca orta sınıfın yaklaşık 350 milyonluk kısmının yıllık gelirleri 20-25 bin dolar civarında. Burası zenginleştiği için, artık sadece üreten değil tüketen de bir yer oldu. İnsanlar daha iyi yemek yemek, daha iyi yerlere seyahat etmek, daha iyi giyinmek istiyor. Gerek giyimde gerek gıdada gerekse de turizmde bu alışkanlıklara hitap edebilecek çok iyi Türk markalarımız var. Ama bunları çok cüzi miktarda ve münferit olarak burada görüyoruz.

"TÜRK İŞADAMLARI ÇİN’İ İHMAL EDİYOR OYSAKİ BURASI
AVRUPA VE ORTADOĞU’DAN ÇOK DAHA FAZLA KAZANDIRIYOR"


Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Abdulkadir Emin Önen: “Geçtiğimiz yıl Çin devleti “Yılda 2.2 trilyon dolar ithalat yapacağız” diye açıklama yaptı. Türkiye’nin bu pastadan aldığı pay bindelik dilimlerde. Şirketleri buradaki ithalat fuarına zorla getiriyorum. Oysa ki beyaz eşya, giyim konularında çok iyi markalarımız var, onları satabiliriz. Ayrıca gastronomide çok iyiyiz, bu alandaki birçok markamızın da buraya gelmesi gerekir. Pekin’de pek Türk markası ya Türk restoranı yok. Artık buradan bir şey alma zamanı değil buraya satma zamanı…”

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2 Temmuz’da Çin’e geliyor. Hangi başlıklar gündeme gelecek?

Şu an ikili ticaret hacmimiz sıralamada birinci konumda. Orta Koridor Projesi’ni daha etkin hale getirmek yine ana konulardan bir tanesi.

Birkaç gündür burada katıldığımız seminerlerde Çin’in ekonomide yaptığı atılımı dinliyoruz. İnanılmaz hızlı bir gelişim var. Çin’deki bu çılgın büyümeden Türkiye ticarette ne kadar pay alabiliyor?

Toplam ticaret hacmimiz yaklaşık 25-26 milyar dolar civarında. Her sene yüzde 1 artı/eksi olarak oynuyor. Ama şu an son rakamlara göre 23 milyar dolar Çin’in ihracatı, 2-2 buçuk milyar dolar civarında da bizim ihracatımız var. Burada bizim aleyhimize olan ciddi bir dengesizlik var. Elbette ki ihracatımızı artırmak istiyoruz, ki birçok kalemde de artırmaya başladık. Ancak bizim ihracatımızı artırmamız bu farkın kapanmasını engellemiyor. Daha fazla Çinli yatırımcıyı Türkiye’ye götürmeye çalışıyoruz ki o fark biraz daha kapansın. Şu anda binden fazla Çinli şirket Türkiye’de yerleşik vaziyette.

Bu yatırımcılar hangi sektörlerde faaliyet gösteriyor?

Altyapı, bankacılık, elektronik, bilişim gibi aklınıza gelebilecek her alanda faaliyet gösteriyorlar. Söz konusu şirketler yatırım miktarlarını artırdıkları zaman bu farkı kapatacağız. Geçenlerde Ankara’daki Çin büyükelçisi bir hedef koyup, “3 milyar dolar olan Türkiye’deki yatırımları önümüzdeki 5 yılda ikiye katlamak istiyoruz” dedi. Bence o bile yeterli değil ama tabii ki bir hedeftir, en azından bir basamaktır.

Öte yandan, önemli olan Türk işadamlarının buraya ilgisinin artmasıdır. Ben işadamlarımıza, “Artık buradan bir şey alma zamanı değil buraya satma zamanıdır” diyorum. “Buraya üç beş aylığına geldiyseniz paranıza yazık; burası orta ve uzun vadede size kazandıracak bir yer” diye de ekliyorum. Geçtiğimiz yıl Çin ilk kez ithalat fuarı düzenledi ve devlet, “Yılda 2.2 trilyon dolar ithalat yapacağız” diye açıklama yaptı. Türkiye bindelik dilimlerde. Şirketleri buradaki ithalat fuarına zorla getiriyorum. TÜSİAD, MÜSİAD başkanlarını bizzat arayıp, “Burada böyle bir şey var, aman kaçırmayın” diyorum. Buraya olan ilgi alakamızı artırmamız gerekiyor, çünkü burada tüketim alışkanlığı her geçen gün değişiyor ve artıyor. Orta kesime hitap edecek birçok ürün getirmemiz lazım.

Çin’e ne satabiliriz de satmaktan imtina ediyoruz?

Beyaz eşya satabiliriz. Erkek ve kadın giyim konularında çok iyi markalarımız var, onları da satabiliriz. Ayrıca gastronomide çok iyiyiz, bu alandaki birçok markamızın da buraya gelmesi gerekir. Pekin’de pek Türk markası ya Türk restoranı yok.

Kiraz galiba önemli bir ürün.

Kirazı imzaladık, hayırlı olsun. 14 günlük bir fümigasyon süreci vardı. Bu, kiraz gibi narin bir meyve için uzun bir süre, çünkü bayatlıyor. Yaptığımız girişimler neticesinde, bu karantina sürecini 2 saate düşürdüler. Şu an Türkiye’nin yaklaşık 810 milyon dolarlık kiraz ihracatı var. Sadece Çin’in geçen yıl dünyadan ithal ettiği kiraz miktarı ise 1.3 milyar dolar.
Çin dünyadan 90 milyar dolarlık gıda alıyor. Bu piyasa Türk tarım ürünleri için de çok büyük fırsatlar var. Şu an zeytinyağı, nar, narenciye, süt ve süt ürünleri, kanatlı ürünler ve fıstık ürünlerinin Çin pazarına girmesi üzerine konuşuyoruz.

Toplamda kaç Türk restoranı var?

Pekin’de hiç yok. Guangzhou, Şanghay gibi başka şehirlerde var ama hepsi toplamda 15-20 eder.

Çin’e yatırım yapma fikri işadamlarımızı korkutuyor olabilir mi? Dil ve alfabe engeli var. Ayrıca bürokrasinin ağırlığı söz konusu, nihayetinde burası komünist bir yönetim.

Muhakkak bunlar birer etken ama hiçbiri bir bahane olmamalı. Çünkü dünyanın bütün dev şirketleri burada. Onlar bu mücadeleyi verebiliyorsa; burada genel merkezlerini kurup, burada üretip dünyaya buradan satış yapabiliyorlarsa Türkler neden yapmasın? Biraz kolaya kaçtığımızı düşünüyorum, çünkü burası sabır istiyor. Burada sadece lisanı öğrenmek değil, ticaretin lisanını, yani kültürü de öğrenmek gerekiyor. Burası İstanbul’dan mail atarak ticaret yapabileceğiniz bir yer değil; gelip insanlarla tanışacaksınız, yemek yiyeceksiniz, onları Türkiye’ye davet edeceksiniz. O temaslardan sonra ancak belli bir noktaya gelebilirsiniz. Elbette burada ciddi bir bürokrasi var ama bir yandan da çok disiplinli bir şekilde giden ekonominin hızı var. Doğru yatırım noktalarında, doğru işlemler ve doğru hamleler yapılırsa burası orta ve uzun vadede Avrupa’dan da Ortadoğu’dan da çok daha fazla kazandıracak bir yer.

Çin’de işsizlik oranı da çok düşük. Yurtdışında iş arayanlar için burada imkân var mı? Türklerin çalışmak için buraya gelmelerini tavsiye eder misiniz?

Çalışmak değil ama ticaret yapmak için burada fırsatlar daha yoğun. Ülke ekonomisi geçtiğimiz yıl yüzde 6.5 büyüdü ve bu son 28 yılın en düşük oranı. Amerika’yla içine girdikleri ticaret savaşından dolayı şu an ekonomide bir durgunluk hissediliyor. Ekonomide, istihdamda bir daralma olacağını öngörüyorlar ama bunu iç tüketimle aşmaya çalışıyorlar. Yurtdışından ithalata çok daha fazla önem veriyorlar. Eskiden bu çok daha kapalıydı. Buraya çeşitli markalarla gelen beyaz yakalı çalışanlarımız var. Ama onun haricinde buraya çalışmak üzere değil, ticareti artırmak üzere gelinmesini tavsiye ederim.

"90’LARIN BAŞINDA 1 KİLOMETRE BİLE YOKKEN
ŞİMDİ 22 BİN KİLOMETRE HIZLI TREN HATTI VAR"


Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Abdulkadir Emin Önen: “90’ların başında 1 kilometre bile hızlı demiryolu ağı olmayan Çin’in 2018 itibarıyla 22 bin kilometre hızlı demiryolu ağı var. 2030’dan sonra bu rakamın 38 bin kilometreye çıkacağını söylüyorlar. Şu an 350 kilometre hızla giden ve o hızda bir bardak suyun bile titremediği güvenli bir hatta sahipler. Bu ağ bütün Çin’i kapsıyor ve bu teknoloji için şu an artık “Çin teknolojisi” diyebiliriz. Daha önce Almanya’dan, Fransa’dan almışlar ama sonra her birinin zayıf yanlarını çıkarıp daha güçlü yanlar ortaya koyarak kendi mühendisleriyle beraber kendi teknolojilerini ortaya koymuşlar.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Çin lideri Şi Cinping (Xi Jinping) arasında gerçekleşecek görüşmede gündeme gelecek konulardan biri de Tek Kuşak Tek Yol Projesi’nin Türkiye’den geçecek olan hattı. Proje tam olarak neydi ve ne aşamada, nasıl hızlanabilir?

Kuşak ve Yol Projesi, 2013 yılında Devlet Başkanı Şi Cinping’in ortaya attığı çok önemli bir proje. Şu an 100 ülkeyi ilgilendirir hale geldi. Sadece altyapı anlamında değil; üstyapıların da çok ciddi manada konuşulduğu, söz konusu ülkelerin tamamını etkileyen, istihdamı artıran, potansiyeli çok çok yüksek bir projeden söz ediyoruz. Bu güzergâhta 60 farklı ülkeden geçiyorsunuz ve bu ülkelerin her birinde o fırsatlar var. Bu sadece Türkiye ile Çin’i ilgilendiren bir proje değil.

Peki, "Diğer ülkelerdeki hatlar hızlı ilerliyor ama Türkiye daha yavaş ilerliyor" gibi bir durum var mı?

Bu biraz göreceli ve iki ülke arasındaki ilişkiye de bakıyor. Cumhurbaşkanımız ile Şi Cinping, 2015 yılında Antalya’daki G-20 Zirvesi’nde Orta Koridor’u uyumlaştırma projesini imzalamışlardı. Bu projeyle beraber biraz daha hareket oldu, karşılıklı olarak komisyonlar oluşturuldu. Bunun üzerinden artık daha hızlı bir şekilde mesafe kat edeceğiz.

Kuşak ve Yol projesi 3 farklı koridoru içeriyor. Kuzey Koridor ve Güney Koridor’dan daha kısa olan Orta Koridor’un öncelikle mesafe avantajı var. Bunu Çinliler de biliyor ve 2015’ten itibaren kendi haritalarına Orta Koridor’u koymaya başladılar. Orta Koridor’un ayrıca mevsimsel anlamda da bir avantajı var, çünkü Kuzey Koridor çok soğuk. Oradan tekstil ve gıda ürünleri giderken çok ciddi zararlar görebiliyor. Orta Koridor yaklaşık 2 bin kilometre daha kısa. Deniz yoluyla buradan Avrupa’ya 45 günde ulaşan bir ürün, Orta Koridor’la 15 günde varıyor. Şu an ticarette zaman kadar değerli bir sermaye yok. O yüzden Orta Koridor oldukça kıymetli. Ama Orta Koridor’da sadece Türkiye anlamında değil, buradan geçen diğer güzergâhlarda bazı sıkıntılar var. Hazar geçişindeki bağlantıların yapılması, yatırımların artırılması lazım. Orada Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan ve Gürcistan’ın da olması gereken birçok proje var.  Bunların hepsini değerlendirdiğiniz zaman şu an siyaseten çok da arzu etmediklerini söyleyebiliriz. Çünkü Çin, “Orası stabil olsun, sıkıntı çekmeyelim” diye düşünüyor. O yüzden şu an Kuzey Koridor çok daha etkili. Orta koridoru işlevli hale getirmek için bu koridor üzerindeki sorunlu alanlarda yatırımlar yapmak ve siyasi çözümler üretmek gerekiyor.

Buradaki araştırmalarımız sırasında Çin’in hızlı tren konusunda çok gelişmiş olduğunu gördüm. Türkiye’deki metro ve hızlı tren projeleri konusunda Çin ile daha fazla işbirliği yapılabilir mi?

90’ların başında 1 kilometre bile hızlı demiryolu ağı olmayan Çin’in 2018 itibarıyla 22 bin kilometre hızlı demiryolu ağı var. 2030’dan sonra bu rakamın 38 bin kilometreye çıkacağını söylüyorlar. Şu an 350 kilometre hızla giden ve o hızda bir bardak suyun bile titremediği güvenli bir hatta sahipler. Bu ağ bütün Çin’i kapsıyor ve bu teknoloji için şu an artık “Çin teknolojisi” diyebiliriz. Daha önce Almanya’dan, Fransa’dan almışlar ama sonra her birinin zayıf yanlarını çıkarıp daha güçlü yanlar ortaya koyarak kendi mühendisleriyle beraber kendi teknolojilerini ortaya koymuşlar. Ankara-İstanbul hızlı tren hattının bir bölümü de Çinliler yaptı. Türkiye’deki diğer hatlar için de kendileriyle görüşmemiz devam ediyor.

Türkiye’deki 3. nükleer santral projesi için de Çin’le görüşmeler yapılıyordu. O  ne aşamada?

Enerji bakanlıkları arasında bir çalışma var. Son zamanlarda bu çalışma daha da hızlandı ve belli noktalardaki başlıklarda anlaşıldı. Bu bir süreç ve masada hâlâ belirli konular var.

Nükleer enerji santralleri konusunda ciddi eleştiriler de var. Çinliler kendileri Çin’de yapıyorlar mı ve ne kadar güvenli?

Çin’in imal ettiği nükleer santrallerin dünyada herhangi bir kazası yok. Çin şu an dünyada farklı noktalarda nükleer tesis imalatı gerçekleştiriyorlar, çünkü Çinlilerin artık kendilerine ait teknolojisi var. Bugüne kadar yapılan tüm veriler ve testler gösteriyor ki kalite ve güvenlik anlamında da herhangi bir sorun yok.

3.6 milyar dolarlık bir kredi alınmıştı. Gündemde yeni bir kredi paketi var mı? Çin’den kredi almak Türkiye için iyi olur mu?

Elbette. Çin’in kredi imkânları her geçen sene zorlaşıyor, çünkü Çin’in şu an ABD’yle girdiği mücadele aslında Çin’i de zorluyor. Yurtdışındaki yatırımlarını daha da hassasiyetle seçmeye başladılar.

"TÜRKİYE-ÇİN ARASINDA YERLİ PARA İLE TİCARETTE SON AŞAMAYA GELİNDİ"

Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç yıldır Çin’le yerel para birimleriyle ticaretin öneminden bahsediyor. Şu anda da aslında iki para birimi arasındaki kur farkı çok değil. Bu yakın zamanda pratikte mümkün olur mu?

Merkez Bankamız ile Çin Merkez Bankası arasında swap anlaşmasının yenilenmesi müzakerelerinde son aşamaya gelindi.

Faydası ne olacak?

Dünyadaki ekonominin ağırlığına baktığınız zaman yüzde 20 Amerika, yüzde 20 Avrupa Birliği, yüzde 19 Çin ve yüzde 40 diğer ülkelerden oluştuğunu görüyorsunuz. Yüzde 20’lik Amerika’nın dolar dolaşımı dünyadaki ticaret hacminin yüzde 60’ına hitap ediyor. Yani yüzde 20 yüzde 60’ı kontrol ediyor. Çin yuanı uluslararası dolaşıma girdi, rezerv para olarak değerlendirildi. Şu an Türkiye’de de bu rezervi artırmaya çalışıyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık, “Keşke Şanghay Beşlisi’ne bizi de alsalar” diyor. Mümkün olur mu? Öte yandan NATO’dan çıkmamız, Batı’yla bağı koparmamız anlamına gelir mi?

Bir kere ismi artık Şanghay İşbirliği Örgütü; ilk kurulduğu zaman beş ülke tarafından Şanghay’da kurulduğu için öyle kalmış. Şu anda da on iki üyesi var. Geçtiğimiz yıl son olarak Hindistan ve Pakistan aynı anda üyesi oldu. Bu çok önemli bir platform ama birbirinden farklı perspektifler var. Rusya bu platformu güvenlik açısından kullanmaya çalışıyor. Çin ise daha çok ticaret üzerinden... Çin normalde bir silahlı pakta karşı ancak Kuşak ve Yol ile projesinin geçeceği koridorlar üzerindeki güvenlik sıkıntıları Çin’i de güvenlik perspektifiyle bakmaya zorluyor artık. Şu an Türkiye burada diyalog partneri. İki sene boyunca çok ciddi katkıları oldu. Hatta üyesi olmadan enerji kulübünün dönemsel olarak başkanlığını yürüttü. Kısa vadede buranın bir partneri olunacağını öngörmüyorum ama kesinlikle buradaki ilişkilerimizi çok daha üst düzeye çıkarmamız lazım. Türkiye Batı’dan kopmamalı ama burayı da ihmal etmemeli.

"ORTALAMA BİR TURİST TÜRKİYE’DE 700 DOLAR HARCARKEN
ÇİNLİ TURİST 3 BİN DOLAR HARCIYOR"


1 milyon turist hedefi var ama belli ki Çinli turistler için Türkiye’yi tam olarak cazip hale getiremiyoruz. Çinliler dünyayı gezmeye bu kadar meraklıyken onları Türkiye’ye nasıl çekeriz?

130 milyonun üzerinde Çinli turist her yıl dünyayı ziyaret ediyor. 2017 rakamlarına göre bize gelen turist sayısı ise 250 bin. 2018 yılı çok verimli geçti ve ciddi anlamda bir turizm yılı yaşadık. 60’ın üzerinde etkinlik yaptık ve Türkiye’ye giden turist sayısını yüzde 60’ın üzerinde artırarak 400 bini geçtik ve tarihimizdeki rekoru yakaladık. 2019 yılı için hedefimiz 500 bin ama ilk başta Cumhurbaşkanımızın Şi Cinping’le de mutabık kalarak koyduğu hedefe göre en az 1 milyon turisti Türkiye’de ağırlamak istiyoruz.  Bu rakamın 1 milyona çıkarmak için önümüzde birkaç mesele var. Birincisi uçuşlar kısıtlı. Türkiye’den sadece Türk Hava Yolları Çin’e uçuyordu. Göreve geldiğim günlerde, Çin ve Türk sivil havacılık genel müdürlükleri arasında kopukluk olduğunu müşahede ettim. Onlarla birçok toplantı yaptık ve aradaki buzları çözdük. Bu temaslardan sonra China Southern Havayolları 2018 Aralık’ta İstanbul’a uçmaya başladı. Ardından yeni bir hat açıp Wuhan-İstanbul seferlerine başladı. Buna ek olarak Nisan ayında Sichuan Havayolları Chengdu-İstanbul uçuşlarına başladı. Temmuz ayında ise yine başka bir Çinli firma olan Lucky Air’in Kunming-İstanbul’a uçuşlarına başlaması gündemde.

Şu an Türk Hava Yolları’nın Xian ve Xiamen şehirlerinden uçması için oraların yerel yöneticileriyle görüşüyoruz. İnşallah bu sene onları da sağlarsak mevcut uçuşlar kadar ekleme yapmış olacağız.
Çinli turistin bizim için çok kıymetli bir yönü daha var; Çinli turist deniz-kum-güneş turizmini sevmiyor. Yani bizim görece olarak daha low season (düşük sezon) diyebileceğimiz kış aylarında bile Çinli turist çekme potansiyelimiz var, çünkü kültür ve tarih turizmini benimsemiş bu insanlar için memleketimiz adeta bir açıkhava müzesi. O yüzden tarihimizi, kültürümüzü ön plana çıkardığımız reklamları buradaki insanlar arasında yaygınlaştırmak öncelikli hedefimiz.

Tabii dil sorunu da söz konusu. Yeterli sayıda Çince bilen kokartlı turizm rehberimiz yok. Çinliler İngilizce konuşmayı tercih etmiyor. O yüzden onlara öncelikli olarak Çince hizmeti verebilmemiz çok önemli. Ayrıca, Asya toplumlarının güvenliği ön plana alan, titiz bir profili var. O anlamda Kültür ve Turizm Bakanlığımız Çinlilere yönelik bir birim oluşturdu. Hırsızlık, kaza vb. durumlarda doğrudan o masayı arayabiliyorlar. Yemekler konusunda da otellerle ve turizmcilerle menülerine Çin mutfağı eklemeleri konusunda görüşüyorum. Ayrıca alışveriş merkezlerinde Çinlilere yönelik levhalar olması gerekiyor. Bizim için Çinli turist çok değerli. Dünyadaki harcama rakamlarına baktığınız zaman, 130 milyon Çinli turistin harcadığı kişi başı rakam 3 bin 50 dolar. Diğer milletlerden 40 milyon turistin harcadığı kişi başı rakam ise 670-700 dolar. Elektronik ödeme sistemleri çok değerli; burada QR kod ile ödeme sistemi var.

Çinliler WhatsApp’ın eşdeğeri olan WeChat adlı bir program kullanıyor. Ancak WeChat sadece bir yazışma programı değil, aynı zamanda ödeme sistemi. Burada neredeyse kimse üzerinde nakit para taşımıyor, kredi kartına bile modası geçmiş bir ödeme yöntemi olarak bakıyorlar. Peki, Çinli turist Türkiye’ye gelince nasıl ödeme yapacak?

evlet bir limit getirdiği için, Çinli vatandaş yurtdışına çıkarken yanına belli bir miktar nakit para alabiliyor. Ama gittiği ülkede WeChat’le ödeme imkânı olursa oradaki harcama rakamları artıyor. Bu sisteme süratle geçilmesi bütün esnafımız açısından çok değerli. Bildiğim kadarıyla bazı bankaların sistemlerinde buna yönelik ayarlamalar var ama ne zaman hayata geçeceği konusunda emin değilim.

Çinliler Türklere nasıl bakıyor?

Genel olarak burada Türklere bakış pozitif. Tanıyanlar, bilenler için Türkiye âşık oldukları bir yer. Hatta burada, “Seni romantik Türkiye’ye götürmek istiyorum” diye bir şarkı var. Bu şarkıyı Xiao Zhang isimli genç bir şarkıcı seslendiyor. Zhang’ı  elçiliğimize davet edip kendisini Türkiye’nin turizm elçisi olarak ilan ettik.

Sonra bu şarkıya bir de Türkiye’de klip çekmesini önerdik ve kendisine bir Türkiye seyahati ayarlayarak  Türkiye’ye gönderdik. Kapadokya, Çeşme ve Urfa’ya gidip bir klip çekti ve şimdi o klip Çin’de dönüyor. Türkiye’ye karşı bakış açıları pozitif ama ben hâlâ iki halkın birbirini yeteri kadar tanımadığını düşünüyorum. Bu tanıtım faaliyetlerini artırmamız gerekiyor. En iyi tanıtımın Çinlilerin gözünden olması gerektiğini düşünüyorum. Buranın internet fenomenlerini, bloggerlarını, yazarlarından oluşan farklı grupları geçen sene Türkiye’ye gönderdik. Onlar için en popüler yer Kapadokya, ancak Türkiye’nin her bölgesiyle ilgili bir izlenim elde etmeleri için Mardin’e, Gaziantep’e, Urfa’ya, Konya’ya, İzmir’e gitmelerini sağladık. Ayrıca müze uzmanı bir ekip Türkiye’de 7 ayrı şehirde dolaştı. Çin’e döndükten sonra 32 müzemizin tanıtımı için 28 saatlik profesyonel stüdyo seslendirmesi yaptılar. Bu seslendirmeyi de WeChat’ten bir aplikasyon haline getirdik. Türkiye’yi ziyaret eden bir Çinli şu an o aplikasyonu yükleyip herhangi bir tercümana ihtiyaç duymadan müzeleri dolaşabiliyor.

"ÇİN VE TÜRKİYE’NİN ULUSLARARASI KONULARA BAKIŞ AÇISI BENZER"

Çin-Türkiye ilişkilerinde güvensizlik hatları neler?

İki ülke arasında gerçekten olumlu alan sayısı çok daha fazla; 100 alan varsa 99’u olumlu. Çin’in kendi bölgesine baktığınız zaman ikili olarak çok ciddi sıkıntılarının olduğunu görüyorsunuz. Vietnam’la, Kore’yle, Japonya’yla birtakım sıkıntıları var. Ama Türkiye’yle bunların hiçbirisi yok. Bizim yumuşak karnımız Uygur meselesi, onun dışında sorunsal alanımız yok. Uygur krizi sadece bir örnek ama onun ötesine geçeceğimizi çok net görüyorum.

Uygur Türkleri hassas bir konu. Bu meseleye daha rasyonel bir perspektiften baktığımız zaman nasıl bir politika izlense daha doğru olur?

Bu çok kırılgan bir konu. İki ülke, aralarındaki diplomatik kanalları kullanıp farklı istişare mekanizmaları oluşturarak bunun üstesinden gelebilir. Birbirimizi anlamak zorundayız. Birbirimizin hassasiyetlerini öğrenmezsek onlara çare olacak politikalar üretemeyiz. Burayı anlamamız lazım. Ancak o zaman dost olabilir, ticaretimizi artırabilir ve ilişkilerimizi geliştirebiliriz. Bu iş çözüme kavuştuğu andan itibaren yatırımların hızlandığını, vize sorununun kalmadığını, orta kuşağın çok daha hızlı ivmelendiğini göreceksiniz. Çin ve Türkiye’nin uluslararası konulara bakış açısı benzerdir. ABD, Kudüs’teki büyükelçiliğinin yerini değiştirdiği zaman ilk tepki veren Çin olmuştu.

İlişkilerimizin çok daha ileriye gitmesinin kökünde bu konuyu hassasiyetle ele almamız gerekiyor. Buranın siyasetini 20 yıldır yakından takip ederim, Türkiye’de bu meselelerin seçim zamanlarında çok ciddi malzeme olduğunu gördüm. Bir de iki ülke ilişkileri ne zaman yakınlaşmaya başlarsa bu konularla alakalı dezenformasyon başlar. Elbette sorunsal alan var ama giderilmesi için elimizden gelen tüm gayreti gösteriyoruz. Vatandaşlarımız emin olsunlar ki Uygurlu soydaşlarımızın her türlü hakkını sonuna kadar müdafaa ediyoruz. Ama bu hassas konuların diplomatik kanallar arasında kalması gerekiyor.

Uluslararası ilişkilerde güven çok önemli. “Kazan-kazan” ilişkisini tesis etmek istiyorsak karşılıklı olarak hassasiyetleri anlamak lazım. Ona göre bir politika geliştirdiğiniz zaman zaten ortada bir sorun kalmıyor. Ama herkes kendini bildiğini söylerse anlaşma zemini tamamen ortadan kalkıyor.

"ÇİN HALKI REJİM BASKISI ALTINDA GÖRÜNMÜYOR"

Çin’de Twitter, Facebook, Instagram, Google, Whatsapp gibi uygulamalar yasak, hepsinin muadili yerli uygulamalar üretmişler. İlk bakışta baskıcı, dışa kapalı bir rejim olduğu duygusu uyanıyor ama insanlar da pek mutsuz görünmüyor. Çin halkı ağır baskı altında olan bir toplum mu?

İnsanlara baktığınız zaman öyle olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Çin bir şeyi yasaklıyorsa onun muadilini sunuyor: Google yok, Baidu var; YouTube yok, Youku var. Bunlar gerçekten yaygın olarak kullanılıyor ve altyapı konusunda da muadili dediğimiz diğer programlardan hiçbir farkı yok. Çin’in güvenlik hassasiyetleri var ve bunu onlara müdahale edebileceğimiz bir konu olarak görmüyorum, sadece saygı gösteriyorum. Toplumsal olarak değerlendirdiğimde de vatandaşın böyle bir baskı altında olduğunu görmüyorum. Çin’de milliyetçilik damarı da yüksek; kendi markasını kullanmak, kendi ürününü geliştirmek, kendi altyapısını oluşturmak onun için ayrıca bir mutluluk vesilesi.

Tüketim toplumu mutsuzluğu perdeliyor belki de… Özgürlükler ve demokrasi standartları açısından durum gerçekte nasıl?

Her ne kadar kabuğunu kırmaya çalışsa da burası kapalı bir toplum. Öncelikle güvenlik perspektifinden bakılıyor. Ortadoğu’da yaşanan Arap Baharı gibi, buranın da Asya Baharı yaşamaktan çekincesi olabilir. Ama toplumda baskı anlamında bir rahatsızlık olmadığını görüyorum. Bir kere ticaretin önü fazlasıyla açık. Burası 1970’lerle beraber bir açılma politikası geliştirmeye başlamış. 40 yıl içerisinde şu an görülen gelişmişlik seviyesine gelinmiş ki ben bunu çok takdir ediyorum. Takdir ettiğim sadece gelinen seviye değil, bu seviyenin tüm ülkeye yayılması. Havaalanı hizmetleri, internet hizmetleri, metro, hızlı tren gibi imkânlar tüm şehirlerde aynı. Bu imkânları bütün coğrafyaya yaymak çok kolay bir şey değil. Bütün bu coğrafyayı o dediğimiz disiplin içinde yürütmek de onların genel takdiri. Ancak genel gözlemim toplumda o şekilde bir kaygı olduğu yönünde değil.

"YAPAY ZEKÂYA VE ARGEYE ÖNEM VEREN EĞİTİM SAYESİNDE
TERSİNE BEYİN GÖÇÜ BAŞLATTILAR"


Sizin Çin hikâyenizi de merak ediyorum. Ailenizle buraya yerleşince adaptasyon sorunu yaşadınız mı?

Yaşamadık. Çünkü Çin’e uzun zamandır gidip geliyorum. Çocuklarla ilgili biraz tereddüdüm olmuştu ama onlar da kısa süre içerisinde uyum sağladı.

Eğitim sistemleri Türkiye’dekinden çok farklı mı?

Çok farklı değil. Burada da aynı Türkiye’deki gibi üniversitedeki sınavlarda merkezi bir yönetim var. Ama buradaki üniversite sayısı Türkiye’dekinden çok çok fazla; sadece Pekin’de 70’in üzerinde üniversite var. İki ülke arasındaki eğitim işbirliğini çok ciddi şekilde artırmamız lazım. Sadece öğrenci değişimlerini değil, öğretmen değişimlerini de beraberinde getirmemiz gerekiyor.

“Çin’deki eğitim Türkiye’dekinden daha iyi” diyebiliriz, değil mi? Matematikte şu an dünyada ilk 6’dalar.

Burada artık yapay zekâya, ArGe’ye ağırlık verilen bir modele geçiliyor. Bu model sayesinde de tersine beyin göçü başlattılar. Artık Batılı ülkelere gitmiş Çinli öğrenciler ülkelerine dönüyor, çünkü o imkânların daha fazlasını burada alacaklarını görüyorlar. Bu konuda Türkiye ile Çin’in de birbirlerine katkı sağlayacakları hususlar var. Üniversiteler arası işbirliği çok önemli ama onun da ötesinde bir çatı kuruluşla beraber gerek denklikler gerek kariyer hedefleri noktasında çalışma yapmalıyız. Şu anda Pekin’deki öğrencilerle çok yakın çalışıyoruz.

Öğrencilere, yeni mezunlara, yurtdışında biraz deneyim kazanmak isteyenlere Çin’e gelmelerini tavsiye eder misiniz?

Çin’e gelmelerini kesinlikle tavsiye ederim. Çin, Avrupa kimliğinin dışında değişik bir kültür. Burada yaşayan öğrencilerimizin bakış açıları çok değişiyor. Daha dün burada sekiz tane hâkim ve savcımız vardı. Bir senedir burada bulunuyorlar ve Çince kursuna gidiyorlar çünkü gelişen politikalarla beraber, yarın öbür gün iki ülkenin lisanını konuşmaya ihtiyacı olan hukukçu da, mühendis de, doktor da lazım olacak.

Şunu da ben ekleyeyim, öğrenciler burada Batılı ülkelerde görecekleri standartlardan ve alışkanlıklardan çok farklı bir şeyle karşılaşmayacaklar.

Burada o dediğiniz standartların daha da fazlasını bulabilirler. Batı ülkelerinde buldukları ulaşım, yeme içme, alışveriş imkânlarının daha da fazlası, daha da lüksü ve çeşitlisi Çin’de var.

Sokakta bazı insanlar maskeyle dolaşıyor. Hava kirliliğinden mustarip misiniz? Gündelik yaşamı etkiliyor mu?

Evet, hava kirliliği Pekin’de oldukça yoğun, diğer şehirlerde daha az. Devlet hava kirliliğiyle ciddi bir mücadele yürütüyor. Bunun için Pekin civarındaki ağır sanayi fabrikaları taşınıyor. Elektrikli araçların yaygınlaştırılması, dizel araçların tamamen yasaklanması gibi önlemler de alınıyor. Geçtiğimiz yıllara göre hava kirliliğine bağlı rakamların da oransal olarak düştüğünü görüyoruz.









 

Yorumlar