SSCB'nin 1951 Tarihli Türkiye Raporu ''Türkiye Dış Politikada Bağımsızlığını Kaybetti''

Hazal Yalın

Marina Datsişina’nın Rusya ve Doğu Avrupa Tarih Araştırmaları Dergisi’nde (Журнал российских и восточноевропейских исторических исследований, № 3 (18), 2019) yayınlanmış olan “SSCB Dışişleri Bakanlığı Belgelerinde 1950’lerin Başında Türk Amerikan İlişkileri: ‘Türkiye’de Turancıların Faaliyetlerinde Amerikalıların Menfaatleri Var’” başlıklı makalesine ekli, Sovyetler Birliği Ankara Büyükelçiliği’nin 1952 başında merkeze gönderdiği yıllık siyasi değerlendirmesinin üç bölümünün çevirisi

Rapor, Moskova’ya ulaştıktan sonra derhal “sekizler” denen ve Sovyet Hükümeti’nin esas karar alıcıları durumunda bulunan şu kişilere, 3 Mart 1952 itibariyle dağıtıldı: Stalin, Molotov, Malenkov, Beriya, Mikoyan, Kaganoviç, Bulganin, Hruşçov. Daha önce de yazdığım gibi, “Bunlardan Hruşçov, Bulganin ve Malenkov, aynı yılın Ekim ayında yapılacak XIX. Kongre’den sonra resmi olmasa bile üçlü bir organ olarak şekillendirilen SBKP sekreterliğine atanacaklardı. Bu, Stalin sonrası kolektif bir liderlik olarak görülüyordu.”[1]

Bu son derece uzun ve ayrıntılı rapor, yakın tarihle ilgilenenler açısından dikkat çekici olacaktır.

Ancak giriş mahiyetinde uzun sayılabilecek, bununla birlikte raporun uzunluğu dikkate alındığında görece kısa birkaç açıklama yapmakta yarar var.

Birincisi, raporun dolaysız konusu, Türkiye’ye ABD ekonomik yardımı. Bu yardım iki amaç güdüyor. Öncelikle, Türkiye’nin bir tarım ve hammadde ülkesi olarak kalmasını sağlamaya yönelik. “Montaj sanayii” bu bağımlılığı korumak amacını güdüyor. Öte yandan (öncelikli hedefle kopmaz bir hedef olarak) Türkiye’yi ABD’nin askeri bir köprübaşı haline getirmeye de çalışıyor. Rapordaki ifadeyle: “Amerikan ‘yardımı’ ekonomik gelişmeye değil Türkiye’nin militarizasyonuna, askeri bir köprübaşına ve Amerikan tekelleri için bir tarım ve hammadde kaynağı haline gelmesine yönelik.” Ancak gerek raporda yazılanlardan, gerekse de yazılmayan pek çok tarihi detaydan, Türkiye’nin yöneticilerinin her iki açıdan da son derece iştahlı olduklarını biliyoruz. Raporda, Türkiye ekonomisinin nasıl doğrudan doğruya Amerikan misyonunun idaresi altına girdiğini de görüyoruz.

İkincisi, ilişkilerin siyasi veçhesi, bu iktisadi boyutuyla birlikte ele alınıyor; bununla birlikte Kore Savaşı ve NATO’ya doğal ki özel bir vurgu yapılıyor. Örneğin, Amerikan yardım misyonunun Türkiye’deki mevcudunun 1951 sonlarına doğru 1.250 kişiyi bulduğunu ve aştığını görüyoruz. Bu, ordunun bütünüyle reorganizasyonu anlamına geliyor.

Üçüncüsü, gene bu kapsamda, geçtiğimiz günlerde Medya Günlüğü’ndeki (yukarıda geçen) yazımda yayınladığım 1951 tarihli Sovyet notasına da konu olan, kısa bir süre sonra Bağdat Paktı ve sonra da CENTO’ya dönüşecek Ortadoğu Komutanlığı planları da genişçe ele alınıyor. Böylece 1950’li yılların başında ABD ile Britanya arasında (bugün çoğunlukla unutulmuş olan) Orta Doğu’da çıkar çatışmalarına dair kimi değerli gözlemlerle karşılaşıyoruz: “Türkiye’nin Amerika ile saldırgan bir blokta birleşmesi planları, Orta Doğu’da Britanya ve ABD arasındaki çelişkilerin varlığıyla zora giriyordu.”

Dördüncüsü, Türkiye’nin NATO’ya üyeliğiyle ilgili olarak NATO üyeleri arasındaki tartışmalar da dikkat çekiyor. Bu durum bize, savaş sonrası Avrupa’nın yeniden inşa sürecinin devam ediyor olmasına rağmen Fransa’nın ve daha da ilginci Britanya’nın, ABD politikalarına henüz tamamen angaje olmadıklarını gösteriyor. Dolayısıyla Orta Doğu Komutanlığı (daha sonra Bağdat Paktı ve CENTO), ABD ve diğerleri arasında bir uzlaşma arayışı olarak da beliriyor.

Beşincisi, açıkça görüyoruz ki, Sovyet büyükelçiliği, bizde 1960’lardan sonra uzun bir süre baskın hale gelecek olan popüler sol tarih yazımının tersine, Türkiye’nin sömürgeleşmesi sürecini hiç de sadece DP’ye bağlamıyor. Elçilik istatistikleri bize, bunun hiç değilse iktisadi veçhesini 1947’den, yani CHP yönetiminden başlattıklarını açıkça gösteriyor.

Altıncısı, CHP’nin, çok büyük ölçüde kendi eseri olan dış siyasetin yürütülmesinde DP hükümetine açık ve koşulsuz destek verdiğini de görüyoruz. CHP, temel tehditler olarak irtica ve komünizmi gördüğünü ifade ediyor; oysa “komünizme karşı din” siyasetini de CHP’nin 1947 kurultayına dayandırmak mümkün. Dolayısıyla sadece DP’nin değil en azından 1930’ların sonlarından itibaren CHP’nin de bütün dokusunu antikomünizm tayin ediyor ve bu amaçla her şey mubah sayılıyor.

Yedincisi, kimi ayrıntılar var ki, oldukça dikkat çekici. Henüz ittifak siyasetleri netleşmediği halde Suriye ve Sovyet elçilikleri arasındaki ilişki, böyle. Keza Avusturya ve Finlandiya elçiliklerinin Sovyet elçiliğiyle ilişkisi de dikkat çekici. (Her ikisi de daha sonraki ve hatta bugünkü görece bağımsız tutumlarını bu yıllara borçludurlar.)

Sekizincisi, rapor bize, daha sonraki yıllarda (ve bugün de) sıkça karşılaşacağımız acayip bir durumu hatırlatıyor: Türkiye’nin yöneticileri sadece kapıları açmakla kalmayıp adeta ülkenin bütün ön cephesini yıkarak emperyalizmi ülkeye soktukları halde, incir çekirdeğini doldurmayacak kimi küçük ayrıntılar üzerinde tabiri caizse kıyameti kopartıyor. Rapor, buna örnek olarak, Marshall Planı’na göre alınan traktörlerin dağıtımıyla ilgili Amerikan “tavsiyelerini” dinlemeyerek ilgili anlaşmanın hükümet tarafından feshedilmesini gösteriyor.

Dokuzuncusu, rapor, Türkiye sol kamuoyunda aksi yöndeki genel kanaate rağmen benim ısrarla üzerinde durduğum Boğazlarda üs ve Ermenistan ve Gürcistan’ın toprak talebinden de söz ederek, bunların Türkiye ile ilişkilerin bozulmasında etkili olduğunu hiç değilse ima ediyor.

Onuncusu, Türkiye’de turancı hareketin gerçek doğası üzerine ayrıntılı gözlemler sunuyor. Aslında son derece etraflı incelenmesi gereken bu faaliyetin üzerinde burada durmayacağım. Ancak turancı faaliyetin daha 1940’ların başında Alman Reich altınlarıyla örgütlendiğinden beri Sovyetler Birliği tarafından çok temel bir tehdit olarak algılanmış olduğuna dikkat çekmek gerekir. Kimi kaynaklara göre, Ahıska ve Kırım Türklerinin tehcirinde bu tehdit algısı temel bir rol oynamıştır. Bu tehdit algısının afaki olduğunu söylemek de mümkün değildir. Turancı faaliyet, Sovyetler Birliği’ne karşı casusluk faaliyetiyle iç içe geçmiştir. (Örneğin 1955’te ikisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 4 kişi, Türkiye’ye casusluk iddiasıyla yakalanıp gözaltına alındılar ve daha sonra kurşuna dizildiler. İtiraflara ve iddianameye göre grubun geçmişi 1948’e dayanıyordu.) Sovyet Büyükelçiliği’nin raporu, gayet mantıklı olarak, Türkiye’deki turancı faaliyetin yükselişi ile batı angajmanının sonucu antikomünist isterinin tırmanışı arasındaki ilişkiyi de gözler önüne seriyor. Bu kapsamda, yeminli antikomünist (aynı zamanda iç savaş yıllarında Sovyet iktidarına karşı da savaşmış olan) Zeki Velidi Togan’ın “Sovyet-Türkiye ilişkilerinde uzman statüsüyle daimi çalışması için ABD’ye gönderildiği” ve keza ABD’nin, kordiplomatikte adı geçmeyen Canninghan adlı birini Türkiye’nin turancılarıyla ilişki kurmak ve pekiştirmek için Ankara’ya gönderdiği iddiaları, son derece dikkat çekicidir.

Özetle, rapor bize, son derece ayrıntılı bir siyasi ve sosyal panorama çiziyor. Bu, şaşırtıcı; zira Türkiye’nin ne kadar yakından takip edildiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu yanıyla sadece Sovyetler Birliği’nin gelişmelere bakışını gösteren bir belge değil, aynı zamanda Türkiye’nin gidişatına dair de iktisadi ve siyasi analiz. Bu dönemde burjuva muhalefetinde Amerikan işbirlikçiliğine dair tereddütler olduğunu da görüyoruz; ancak bunlar son derece cılız ve etkisiz. TKP ise, en azından 1951 tevkifatına kadar, mesela Kore’de muharip askerlerin Konya’daki ailelerine yaygın bir şekilde “Barış Yolu” dergisi göndermek gibi, bütünüyle etkisiz sayılamayacak bir propaganda faaliyeti yürütüyor.

Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçisi Lavrışçev’in imzasını taşıyan bu raporun Türkiye’nin yakın tarihi açısından önemli ve son derece dikkate değer olduğunu düşünüyorum.

Hazal Yalın.

SSCB’nin Türkiye’deki Elçiliğinin 1951 Raporundan

III. Kısım

Paragraf 1. Türkiye-ABD ilişkileri

Türkiye-ABD ilişkilerinin 1951 yılı boyunca gelişimi, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne siyasi ve iktisadi hayatın bütün alanlarında bağımlılığını daha da güçlendirme yolunda devam etti.

Amerikan ekonomik “yardımı” Türkiye’yi tali bir tarım ve hammadde kaynağı ve Amerikan tekelleri için de mamul madde pazarı haline getiriyor. Bilhassa Amerikan eksper ve uzmanlarının Türkiye Hükümeti’ne sundukları önerileri, Amerikan yardımında bu türden bir yönelimin varlığına kanıttır.

Bilindiği gibi, 1950 yazında Türkiye’yi Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’nın liderliğini Barker’in yaptığı özel bir misyonu ziyaret etti; misyonun önüne Türkiye ekonomisini inceleme ve Türkiye Hükümeti’ne iktisat siyasetinin istikametine dair tavsiyelerde bulunma görevi konulmuştu. 1951 Mayıs ayında Türkiye Hükümeti’ne misyon tarafından sunulan tavsiyelerde, öncelikle, tarımsal üretimin gelişmesi üzerinde durulması öneriliyordu; zira, Amerikalı eksperlerin görüşüne göre “Türkiye gibi bir ülkede sınai gelişme tarımsal üretimin büyük ölçeklerde gelişmesine ve son tahlilde zirai gelirlerin artışına dayanmak zorundadır.” Sanayie gelince, Türkiye Hükümeti’ne sunulan bu tavsiyelerde, en büyük önemin madenciliğe (kömür, krom, bakır) ve keza zirai üretimin işlenmesi ve inşaat malzemeleri üretimi ile ilgili sanayi dallarının gelişmesine verilmesi öneriliyordu.

Uluslararası Banka’nın misyonunun raporunda, doğrudan doğruya, Türkiye Hükümeti’nin ağır sanayii, büyük maden işleme sanayii ve büyük kimya sanayiini geliştirmesine gerek olmadığına işaret ediliyordu.

Dolayısıyla, Amerikalı “uzmanların” önerileri Türkiye’yi milli sanayii zayıflatma, ülkeyi ABD’nin tali bir tarım ve hammadde kaynağı haline getirme yoluna itiyordu.

Türkiye’ye Amerikan ekonomik “yardımı”, bilindiği gibi, doğrudan ve dolaylı “yardımlar” şeklinde, keza adına teknik “yardım” denilen şekilde sağlanıyor.

Türk basınında farklı zamanlarda çıkmış olan muhtelif haberler ve keza kimi resmi belgelerdeki veriler ve Türk devlet adamlarının beyanatları değerlendirildiğinde, Türkiye’ye Amerikan ekonomik “yardımı”, 1 Aralık 1951 tarihi itibariyle şu tutarlardadır:

 Doğrudan “yardım”. Milyon dolarDolaylı “yardım”. Milyon dolarToplam
1948—194949,049,0
1949—195058,571,5130,0
1950-195145,025,570,0
1951-1952 (5 ay)2,022,024,0
Toplam154,5118,5273,0

Teknik “yardım”                                            2,5       —        2,5

Avrupa Ödemeler Birliği’ndeki kota             —        30,0     30,0

Toplam                                                           157,0   148,5   305,5

(“Vatan”, 1 Ocak 1952)

Yukarıda belirtilen Amerikan “yardım” tutarlarının niteliğine göre (karşılıksız “yardım” veya hibe, kredi veya şartlı “yardım) dağılımı da aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:

Amerikan mali yılıHibeKrediŞartlı yardım
1948—19491,238,09,8
1949—195087,535,07,5
1950—195145,525,0 
1951—195224,0 
Toplam157,798,017,3

Teknik “yardım”                                            1,5       1,0       —

Avrupa Ödemeler Birliği’ndeki kota             —        30,0     —

Toplam                                                           159,2   129,0   17,3

(Rakamlar, Bülent Büktaş’ın 1 Ocak 1952’de “Vatan”da yayınlanan makalesinden alınmıştır.)

Amerikan “yardımının” boyutunu ve niteliğini gösteren aynı veriler, Bayar tarafından Meclis’in 9. bileşiminin ikinci oturumunun açılışındaki konuşmasında yer aldı; keza Dışişleri Bakanı Köprülü’nün 19 Aralık 1951’de Meclis konuşmasında da tekrarlandı. Köprülü, 1951 takvim yılı boyunca Türkiye’nin 72,5 milyon dolan ekonomik ve 240,0 milyon dolar askeri “yardım” aldığını da söyledi.

Bilindiği gibi Amerikan Hükümeti, Marshall Planı çalışmalarının süresinin geçmesi nedeniyle, Amerikan “yardım” mekanizmasının yapısını değiştirmişti. Amerikan “yardımı” daha önce üç kanaldan yapılıyordu: Marshall Planı’na göre ekonomik “yardım”, Truman Doktrini’ne göre askeri “yardım” ve ABD’nin “az gelişmiş ülkelere yardım programı”nın dördüncü maddesine uygun bir “yardım”. Ancak Amerikan “yardımı” artık, ABD’ye bağımlı ülkelerde askeri hazırlıkların hızlandırılması hedefiyle yakın zamanlarda kurulan “Karşılıklı Güvenlik Teşkilatı” tarafından planlanacak ve gerçekleştirilecek.

1951—1952’de Türkiye’ye Amerikan “yardımının” boyutu henüz nihai olarak tespit edilmedi.[2] Köprülü, 19 Aralık’ta Meclis’te öngörülen “yardımın” büyüklüğüyle ilgili kimi veriler sundu. Türkiye’ye Amerikan askeri ve ekonomik “yardımının” son iki Amerikan mali yılında şöyle olacağını bildirdi:

 1950—19511951—1952
Askeri “yardım”150,0 milyon dolar240,0 milyon dolar
Ekonomik “yardım”52,5[3]45,0
Toplam202,5 milyon dolar285 milyon dolar

Türkiye’ye krediler de Marshall Planı’na ek olarak sağlanıyor. Haziran ayında Türkiye basınında Amerikalıların Türkiye için ekonomik “yardım” programından başka Türkiye’nin teknik okul ve üniversitelerinde “bilimsel deneyler” yürütülmesi için de 2 milyon dolar ayırmaya niyetleri olduğu haberleri çıktı. 1951 Ekim ayında Türkiye Hükümeti ile, Amerikan Hükümeti adına hareket eden İthalat-İhracat Bankası arasında Türkiye’ye Amerikan teknik gereçleri alması için 36 milyon dolar kredi sağlanması yönünde mutabakata varıldı. Bu kredinin 1956—1983 arasında geri ödenmesi gerekiyor. Mutabakat, 7 Aralık’ta onaylandı.

1951 yılı boyunca Marshall Planı’na göre “yardım” bedel fonlarından Türkiye’ye 384.169.000 TL ayrıldı (açıldı). Bu tutar şu şekilde bölünüyordu:

 Milyon TL
İşlenmiş toprak alanının genişletilmesi, tarımla uğraşanların eğitilmesi, tohum ve damızlık stoklarının genişletilmesi için60,64
Yakıt ve enerji üretiminin genişletilmesine yönelik projelerin gerçekleştirilmesi için30,50
Bulgaristan’dan gelenlerin iskânına yardım için30,0
Etibank’ın ihtiyaçları için25,0
Tarım alanındaki harcamalar için24,3
Özel sanayiin genişletilmesi ve yeniden imarı için12,0
Tarımla uğraşanlara borç olarak8,0
Hastane ve doğumevlerinin inşası ve teçhizi için7,3
Şehirlerin elektriklendirilmesi ve su ihtiyaçlarının karşılanması için5,9
Askeri program gereği kimi malzemelerin üretiminin sağlanması için5,5
Özel girişimciler tarafından yeraltı sularının incelenmesine ön ayak olmak için5,0
İstanbul’da Amerikan şirketi Hilton tarafından yürütülen otel inşaatının finansmanı için4,5
Türkiye Hükümeti tarafından davet edilen Amerikalı uzmanların ihtiyaçları için1,0
Zirai sayımın sonuçlarının istatistik idaresine1,0
Türkiye’nin askeri potansiyelinin büyütülmesi için163,529
Toplam384,169

Marshall Planı’na göre Türkiye’ye dolaylı yardım, Avrupa Ödemeler Birliği çerçevesinde yapılıyordu. Bu “dolaylı yardımın” kullanımını önceden tespit edilmiş ölçeklerde bile sadece Türkiye Hükümeti’nin takdirine göre yapılamıyor, Türkiye Hükümeti ile Türkiye’deki Amerikan ekonomik misyonu arasındaki özel mutabakatlarla düzenleniyor.

Avrupa Ödemeler Birliği’nin faaliyetlerine dair, “İstanbul” gazetesinin 13, 14 ve 15 Eylül 1951 tarihli nüshalarında yayınlanan rapordaki verilere göre, Türkiye, Avrupa Ödemeler Birliği’nin faaliyetlerine başladığı andan itibaren başlangıç kredi bakiyesi olarak (borç şeklinde) 25 milyon dolar aldı. Türkiye’ye bundan başka bir kota da ayrıldı; bu kota sınırları içinde ödemeler dengesindeki açık ya da fazla, Avrupa Ödemeler Birliği çerçevesinde kredi veya bedeli ödenmiş altın şeklinde tevdi edilerek düzenleniyor. Türkiye’nin kotası 50 milyon dolar karşılığı bir hesap birimine eşit ve Avrupa Ödemeler Birliği’nin bütün katılımcı ülkelerinin kota toplamlarının yüzde 1,3’ünü teşkil ediyor.

31 Mayıs 1951’de yarı resmi hükümet gazetesi “Zafer”de, Türkiye’deki Marshall Planı misyonunun Amerikalı başı Russell Dorr’un, yukarıda anılan 25 milyon dolarlık kredinin harcama programının Türkiye Hükümeti tarafından hazırlandığı ve Türkiye’deki Amerikan “yardım” misyonu tarafından da kabul edildiğine dair bir beyanatı yayınlandı. Bu kredi, Avrupa Ödemeler Birliği aracılığıyla, daha önce Marshall Planı çerçevesinde tespit edilmiş “yardım” şeklinde temin edilmişti. R. Dorr’un dediğine göre, söz konusu kredinin şu şekilde harcanması öngörülüyor:

 Dolar cinsinden
Etibank16.905.000
Devlet Deniz Yolları İdaresi4.560.000
Sümerbank1.680.000
Devlet Demir Yolları İdaresi1.360.000
Tekel İdaresi495.000
Toplam25.000.000

Türkiye Hükümeti, Türkiye’ye ayrılan 50 milyon dolar karşılığı kotayı, ancak ve ancak, Türkiye’nin Avrupa Ödemeler Birliği’ndeki genel hesap dengesi pasif olduğu takdirde kullanabilir. Ama bu takdirde bile kredi kotasının kullanılması bir dizi şarta bağlıdır: iki yıllığına temin edilen 50 milyon dolarlık toplam, her biri 10 milyon dolarlık beş eşit parçaya bölünür.[4] İlk 10 milyon doların harcanması, ön şartsız olarak Türkiye Hükümeti’ne bırakılıyor. İkinci 10 milyon doların harcanması için Avrupa Ödemeler Birliği Teşkilatı’na bu tutarın yüzde 20’si kadar (yani 2 milyon dolarlık) altın yatırmak gerekli; üçüncü 10 milyon doların harcanması için yüzde 40’ı kadar (yani 4 milyon dolarlık) altın yatırmak şart; dördüncü ve beşinci 10 milyon dolarların harcanması için de sırasıyla yüzde 60 (6 milyon dolarlık) ve yüzde 80’i (8 milyon dolarlık) kadar altın yatırmak şart koşuluyor. Eğer Türkiye, 50 milyon doların tamamını 1952 sonuna kadar kullanmak isterse, bütün tutarın yüzde 40’ı kadar altın yatırmak zorunda tutuluyor (yani 20 milyon dolar). Bununla birlikte, basındaki haberlere bakılırsa, Türkiye, Avrupa Ödemeler Birliği üyesi diğer ülkelere 5.250.000 dolar tutarında kredi temin etmek de zorunda. Bu suretle, Türkiye’nin Avrupa Ödemeler Birliği’nin mali faaliyetlerine katılması, şu sayılarla nitelenebilir:

Başlangıç kredi bakiyesi25 milyon dolar
Türkiye’nin Avrupa Ödemeler Birliği’ndeki kotası50 milyon dolar
Toplam75 milyon dolar
Türkiye tarafından diğer ülkelere açılan krediler5,25 milyon dolar
Türkiye tarafından alınan kredilerin net tutarı69,75 milyon dolar

Avrupa Ödemeler Birliği’nin faaliyet dönemi boyunca Türkiye’nin ödemeler dengesi negatiftir. Türkiye’nin ödemeler dengesi açığı 1951 Nisan ayında 24,0 milyon dolar olmuş, Mayıs ayında 22,4 milyon dolara düşmüş, ancak Haziran ayında 40,9 milyon dolara yükselmiştir ki, Türkiye bunun 12,7 milyon dolarını altın olarak ödemiştir.

Amerikalılar, Türkiye ekonomisi üzerinde kontrol kurmak için 1951’de “teknik yardımı” geniş bir şekilde kullanmışlardır. Bu “yardımın” hacmi son zamanlarda belirgin şekilde büyümüştür. Türkiye’deki sayısız Amerikalı eksper, uzman ve danışmanın “hizmetleri” son derece geniş bir yelpazeye yayılmaktadır; bunların faaliyetleri günümüzde Türkiye ekonomisinin bütün sektörlerini kapsamıştır ve “iktisadi işbirliği” misyonu tarafından yönlendirilmektedir. Bu danışmanların ve uzmanların görüşleri esas itibariyle nihai kararları teşkil etmektedir ki bunları değiştirmek Türkiyeli yetkililerin veya muhtelif tesislerin yöneticilerinin gücünün ötesindedir.

1949 yazından beri yaklaşık yetmiş Amerikalı eksper, daimi çalışma için Türkiye’ye geldiler. 1951 Ocak ayında Türkiye basınında, Türkiye’ye 28 Türkiyeli [Amerikalı olacak, yanlış yazılmış — H.Y.] uzman daha gönderilmesi kararıyla ilgili haberler çıktı. 1951 Ekim ayı sonunda gazeteler, “teknik yardım” programı kapsamında Türkiye’ye tarım, sanayi ve genel iktisadi meselelerle ilgili 75 Amerikalı uzman geldiğini bildirdiler. Keza, bu uzmanlardan başka Türkiye’de Ulaştırma Bakanlığı’nda Amerikan karayolları grubundan 40 uzman, Sağlık Bakanlığı’nda sözüm ona sıtmayla mücadele meseleleriyle uğraşan Doktor Kratz’ın grubu vardır; Zonguldak’ta da burada bir dizi “teknik sorunlarla” ilgilenen Wedir grubu çalışıyor. Genel iktisadi meselelerle ilgili uzmanlar arasında, 1951 güzünde Türkiye’ye, işgücü kullanımı meselelerinde bir uzman geldi; bunun görevleri arasında, Türkiye gazetelerinin yazdığına göre, işsizliğin önlenmesi için planlar hazırlamak da bulunuyor. Bu tür uzmanların giderleri, Amerikan “yardım” kaynaklarından karşılanıyor.

Türkiye’ye “teknik yardım” programı çerçevesinde ekonominin farklı dallarındaki meselelerle ilgili danışmanlık için gönderilen uzmanlardan başka Türkler, Amerikan ekonomik “yardım” misyonu aracılığıyla muhtelif özel firmalardan uzmanları da geçici çalışma için davet ediyorlar. Bu kategorideki uzmanların giderleri ise Türkiye’nin devlet bütçesi üzerinden karşılanıyor.

Türkiye’den de çok muhtelif uzmanlıklardan Türkiyeli uzmanlar staj için ABD’ye gönderiliyorlar. 1949 yazından 195 Temmuz ayına kadar 140 Türkiyeli uzman ABD’ye gitti. 1951’de bunlar arasında, Karayolları Genel Müdürlüğü’nden 24 mühendis, Sümerbank’tan 14 uzman, baraj ve hidroelektrik santrali inşaatı alanından 5 uzman, tarım alanından 62 uzman, makine mühendisliği ve keza köprü inşaatı alanından staj için 30 mühendis, Maliye Bakanlığı’ndan 22 çalışan (bunların 6’sı özel olarak Amerikalıların vergi ödenmesinden kaçınılmasıyla mücadele yöntemlerini inceleyecekler) bulunmaktadır. 52 Türkiyeli uzman da staj süresini doldurup Türkiye’ye dönmüşlerdir.

“Teknik yardımın” muhtelif biçimlerinden günümüze kadar sadece devlet kuruluşları ve işletmeleri yararlandılar. Türkiye basını birçok defa, “teknik yardımın” özel girişimlere de yayılması arzusu meselesini gündeme getirmiştir. “Teknik yardımın” özel girişimciliğe de yayılması yolunda ilk adım olarak, Amerikan ekonomik yardım misyonu tarafından özel bir büronun kurulmasını saymak gerekmektedir; bunun işlevleri arasına Türkiye ile ABD arasında teknik bilgi, lisans ve patent değişiminin örgütlenmesi de girmektedir. 1951’de kurulan bu büro, faaliyetlerini özel girişimlere de yaymaktadır.

1951 yılında Türkiye’yi teftiş amacıyla bir dizi Amerikalı yetkili de ziyaret etti … Amerikan Ulaştırma Dairesi Müdür Yardımcısı Hilt (görevi, Türkiye’de yol inşaatlarını teftiş etmekti) … iki Amerikalı Kongre üyesi, Martin ve Hell … ayrıca “Türkiye’ye verilen Amerikan yardımıyla ilgili incelemelerde bulunacak” 10 Amerikalı Kongre üyesi daha … Türkiye’ye verilen Eximbank kredilerinin nasıl kullanıldığını incelemek için Amerikan Eximbank temsilcisi Sherwood ile iki Kongre üyesi, Foogatt ve Barret … Türkiye’ye “teknik yardım” programı düzenlemek üzere BM Teknik Yardım İdaresi özel temsilcisi Milton Wein …

Çok sayıda Amerikalı eksper ve uzmanın ve keza Amerikan resmi kuruluşlarının temsilcilerinin her türden teftiş amaçlı ziyaretinin, Türkiye ekonomisi üzerinde Amerikan kontrolünü güçlendirmeyi hedeflediği son derece açıktır.

1951’de de Türkiye’ye, Amerikan “yardım” fonları hesabından daha önceden sipariş edilmiş malzemeler gelmeye devam etti. Marshall Planı ile tahsis edilmiş bulunan traktörler ve tarım araçları da gönderilmeye başlanıyor … traktörler, 200 hektardan daha çok işlenecek toprağa sahip işletmecilere veya işletmeci birliklerine kredi olarak teslim edilebilir.

Bundan başka, Amerikalılar 1951 başında, tarımsal envanterin takım olarak satışına dair de bir düzenleme getirdiler … (örneğin traktör, biçerdöver ya da pulluk, mibzer, traktör kasası şeklinde). … Bu tür bir tahsisat yöntemiyle, orta çiftçiler dahi [bu tarım araçlarını — H.Y.] temin edemez.

1951’de karayolları için daha önce sipariş edilen araç ve gereçlerin, yolcu ve yük vagonlarının, otomobillerin, tekne ve liman gereçlerinin gönderilmesine de başlandı. Basında çıkan haberlere göre 1951 yılında Konya’da inşasına başlanan en kombinesi ve Çamaltı ile Yavşan’da tuz tesisleri için makine gereçleri ulaştı. … Çatalağzı-İstanbul elektrik hattı inşası için de Amerikan “yardım” hesabından toplam 6 milyon 820 bin dolarlık malzeme alınacak.[5]

Marshall Planı’na göre krediler kural olarak Türkiye hükümetine verildi. Ancak son zamanlarda özel girişimcilere verilen kredilerde artış görüldü. …

Yukarıda anılan Uluslararası Banka (Barker misyonu) eksperlerinin raporunda, Amerikalılar, “devletin özel girişimcilerle karşılaştırıldığında devlet girişimlerine öncelik vermekten vazgeçmesi,” “hükümetin ekonomik faaliyetin sınırlandırılması niyetini, kimi ünlü devlet işletmelerinin özel girişimciliğe devredilmesi yoluyla göstermesi” “tavsiye” olunuyor,[6] bilhassa madencilik alanında özel girişimciliğin genişletilmesinde ısrar ediliyor, böylelikle Amerikan tekellerinin Türkiye’nin stratejik hammadde kaynaklarını (krom, bakır, manganez, petrol) ele geçirmesinin kolaylaştırılması hedefleniyor.

Özel girişimcilerin finansmanı için doğrudan “yardım” fonundan 3,5 milyon dolar ayrılmış (1950—1951 mali yılında bundan 2.333.000 dolar [kullanılmış]). Şu ana kadar bu kaynaklardan kullanılan miktarlar:

“Ulugay kim yaevi” [???] kimya işletmecilerine387 bin dolar
İstanbul Çimento Fabrikaları’na61 bin dolar
Hilton Oteli inşasına210 bin dolar

(“Yeni İstanbul”, 07.01.1952)

1950 yılında nakit eşdeğer fonundan ayrılan 42.484.000 liraya ek olarak 1951’de Marshall Planı “yardımı” nakit eşdeğer fonundan özel girişimcilere 17 milyon lira kredi açıldı; bunlar:

Özel sınai işletmelerin genişletilmesine ve modernizasyonuna12 milyon lira
Yeraltı sularının incelenmesi ve sulama çalışmalarının yürütülmesine5 milyon lira

11 Ağustos’ta, Türkiye’deki Amerikan çevrelerine yakınlığıyla bilinen “Vatan” gazetesinde Amerikan ekonomik misyonu ile Türkiye hükümeti arasında “özel teşebbüs fonu” kurulmasına dair bir mutabakat imzalandığı haberi yer aldı; bunun için Marshall Planı gereğince 54,5 milyon lira ayrılacak ve bu tutar da … Türkiye Sınai Kalkınma Bankası aracılığıyla dağıtılacak.

Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’yi köleleştirme planlarını gerçekleştirmek için … Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’nı da kullanıyor. … Uluslararası Banka, 1950’de Türkiye’ye toplam tutarı 25,4 milyon dolar olan bir dizi kredi sundu (liman inşaatları için 12,5 milyon dolar; silo inşaatları için 3,9 milyon dolar; Sanayi Bankası’na 9 milyon dolar). … 1952 başında Türkiye’yi, Uluslararası Banka’nın müdür yardımcılarından Iliff … Uluslararası Banka’nın Türkiye ile kredi mutabakatlarının uygulanmasını kontrol etmek amacıyla ziyaret etti. … Iliff, 1951 mahsulünün iyi olması neticesi Türkiye’de buğday bolluğu bulunduğunu, ama bu bolluğu ihraç etmekte güçlükler yaşadığını, Türkiye Hükümeti’nin Uluslararası Banka’ya durumun incelenmesi için özel bir misyon göndermesi yönünde başvuruda bulunduğunu, keza yeni bir uzun vadeli kredi sunulması için de başvuruda bulunduğunu açıkladı.

Bu banka, Türkiye’nin militarizasyonuna yönelik Amerikan siyasetinin bir aracı olarak rol oynuyor … liman inşaat ve tadilatlarının Türkiye topraklarında akeri üsler kurulması planı içinde gerçekleştirildiği, tahıl ambarları ve silo inşaatının da askeri erzak zinciri kurulması imkânını sağlamasının amaçlandığı son derece açık. Uluslararası Banka tarafından kredilendirilen Türkiye Sanayi Bankası, Amerikalıların Türkiye ekonomisine sermaye yatırımı için başlıca şart saydıkları özel sermaye faaliyetinin teşvik edilmesi ve genişletilmesi hedefini önüne koyuyor. … Türkiye Meclisi 1 Ağustos 1951’de hükümetin teklifiyle yabancı sermayenin teşviki hakkında özel bir kanunu kabul etti. … Yabancı sermayeye, kârın (faiz ve kâr payı) ve hatta ana sermayenin yurtdışına transferine dair geniş muafiyetler tanınıyor. Bu kanunla yabancı sermaye ve yabancı girişimcilere yerli sermayeyle eşit haklar ve ayrıcalıklar sunuluyor.

Amerikan özel sermayesinin Türkiye ekonomisine yatırımları henüz çok büyük değil. Amerikan özel şirketlerinin faaliyetleri bugüne kadar esas itibariyle Türkiye Hükümeti’nden ve hükümet kuruluşlarından teknik projelerin[7] uygulanmasına, araç ve tesislerin temin ve montajına dair siparişlerle ve keza inşaat işlerinin yürütülmesine yönelik sözleşmelerle sınırlıydı. …

Amerikan sermayesinin az çok önemli yatırımlarıyla ilgili az sayıdaki birkaç örnek şunlardır: … General Electric, Türk sermayesiyle ortak olarak İstanbul’da Haziran 1951’de faaliyete başlayan bir ampul fabrikası kurdu ve işletiyor; … Hilton şirketi İstanbul’da değeri 13,5 milyon lirayı bulan büyük bir otel inşaatına devam ediyor … bir diğer Amerikan şirketi (şirketin adı verilmemiş) tungsten cevheri çıkartan bir Türk şirketiyle maden cevheri çıkarmak üzere mutabakat imzaladı. “Zafer” gazetesi 1952 başında, üç Amerikan şirketinin Türkiye’de “muhtelif malzemeler” üretme izni aldığını, keza “yararlı mineraller ve yeni su kaynakları araştırma çalışmaları yürüttüğünü” bildirdi. 

… Türkiye 1951 boyunca marşalize edilmiş ülkelerin Amerikan firmalarından tıbbi ilaç, kimyevi madde, elektrik ve radyo gereçleri üretimiyle ilgili girişimlerin inşası konusunda bir dizi teklif aldı. … Türkiye basınında, günümüzdeki uluslararası durumda Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile komşuluğunun Amerikan özel şirketlerinin Türkiye ekonomisine sermaye yatırmaya büyük ilgi göstermemesinin nedenlerinden biri olduğuna işaret ediliyordu.

Amerikalılar Türkiye ekonomisinin genel kontrolünü devamlı Ankara’da bulunan “iktisadi işbirliği misyonu” üzerinden sağlıyorlar. … “Misyon”un personel sayısı … 1951 yılında önemli ölçüde arttı. … “Zafer” gazetesi 1951 Mayıs ayında Türkiye’ye 500 Amerikalı uzmanın gelmesinin öngörüldüğünü yazdı.

… Amerikan “yardımı” ekonomik gelişmeye değil Türkiye’nin militarizasyonuna, askeri bir köprübaşına ve Amerikan tekelleri için bir tarım ve hammadde kaynağı haline gelmesine yönelik. …

“Yardımın” başından 1951 Temmuz ayına kadar Türkiye’ye ayrılan paydan kaynakların yüzde 19,35’i tarıma, yüzde 10,7’si demiryolları ve karayolları inşaatına, yüzde 27,1’i Etibank’ın yararlı minerallerin (krom, bakın, antimon, demir, kömür) işlenmesiyle uğraşan girişim ve tesislerine gidiyor.[8] İmalat sanayiinin payına Amerikan “ekonomik yardım” kaynaklarından sadece yüzde 5,3’ü düşüyor (Türkiye Hükümeti’nin memorandumundaki verilere göre). … Türkiye gazetelerinin haberlerine göre ABD’nin krom cevheri ihtiyacının ¼’ünü Türkiye’den gelen krom cevheri karşılıyor. Amerikalılar, ABD’ye taşınacak Türk bakırının miktarını da 100 bin tona çıkarmaya niyetliler.

 Türkiye’de stratejik hammadde üretiminin genişlemesi meselesi, … 1951 Şubat ayında ABD Dışişleri Bakanı eski yardımcısı MacGee ile Türkiye Dışişleri Bakanı Köprülü arasında bir tartışma konusu oldu. … MacGee Türklere, ABD’de, batı bloku ülkelerinin askeri sanayiinin, öncelikle de bizatihi ABD’nin askeri sanayiinin işlemesi için zaruri stratejik hammadde ikmali oluşturmayı teklif etti, buna karşılık da ABD’nin Marshall Planı “yardımı” çerçevesinde, kaynakları stratejik hammadde (krom, manganez, bakır) üretiminin artırılmasında kullanılacak bir “küçük fon” kurmayı vaat etti.

Amerikalılar Türkiye’de petrol aramasına da özel bir ilgi gösteriyorlar. Amerikan “ekonomik yardımı” kaynaklarından bu arama faaliyetleri için jeolojik araştırma enstitüsüne 590.000 dolar ayrıldı. 1952 Ocak ayında “Ankara” gazetesinin haberinden anlaşıldığına göre, Amerikalılar yakın zamanda Türkiye’ye petrol aramaları için yeni bir parti daha uzman göndermek niyetindeler.

Yol inşaatlarına da … büyük tutarlar ayrıldı: toplam 19,751 milyon dolardan 1951 Şubat ayına kadar 15,760 milyon doları kullanıldı. İnşa edilen ve edilmekte olan yollar esasen askeri-stratejik önem taşıyorlar.

… ABD’nin “ekonomik yardımı” … sözüm ona “sivil” havaalanlarının inşası için kullanılıyor. … 19 Ağustos tarihli “Zafer” gazetesinin haberine göre Yeşilköy Havaalanı’nın inşaatının 1952’de, Trabzon havaalanının da 1953 sonuna kadar bitmesi gerekiyor. 1952 başına doğru Adana havaalanında pist çalışmaları da bitti.

Elçilik daha önce, Amerikan ekonomik “yardım” kaynaklarıyla Gölcük’teki askeri deniz üssünün tadilattan geçirildiğini bildirmişti. “Vatan” gazetesi … 1951 Aralık ayında İskenderiye limanının, savaş halinde batı blokunun donanmaları tarafından kullanılabilecek büyük bir askeri deniz üssüne çevrilmesinin planlandığını bildirmişti.

Amerikalıların sözüm ona ekonomik “yardımı” bu suretle son tahlilde Türkiye’nin askeri potansiyelini artırmaya ve Türkiye’yi bir askeri köprübaşına çevirmeye yöneliktir. …

Türkiye’ye Amerikan askeri “yardımı” 12 Temmuz 1947’de imzalanan yardım mutabakatı esasına göre sağlanıyor. Truman’ın 1951 Haziran ayında Kongre’de yaptığı açıklamaya göre Türkiye, bu mutabakatın yürürlükte kaldığı süre boyunca toplam 500 milyon dolarlık silah ve askeri malzeme aldı.[9]

… Türkiye’ye Amerikan askeri “yardımının” boyutu şu rakamlarla ifade edilebilir:[10]

DönemAyrılan miktar, dolarNot
1947—1948 Amerikan mali yılı100.000.000Basındaki haberlere dayanarak
1948—1949 Amerikan mali yılı75.000.000Aynı şekilde
1949—1950 Amerikan mali yılı75.000.000Aynı şekilde
1950-1951 Amerikan mali yılı150.000.000Köprülü’nün 19.12.1951’de Meclis’te yaptığı konuşmaya göre
1951—1952240.000.000Aynı yerde

Amerikan ve Türkiyeli yetkililer tarafından askeri “yardım” diye adlandırılan bu rakamlarda devamlı gözlemlenen farklılık, belli ki, bir açıdan, Amerikalıların Türkiye’ye ayrılan tutarları, Türklerin ise ülkeye giren askeri malzemelerin miktarını değerlendirilmesiyle; diğer bir açıdan ise Türklerde ve hatta Amerikalılarda bile sağlanan silah ve askeri malzemelerin kesin değerine yönelik ortak bir yaklaşım olmamasıyla açıklanabilir.

Amerikan “yardımının” örgütlenmesinde 1 Ocak 1952’den başlayan değişikliğin sonucu olarak bundan böyle Amerikalılar tarafından ayrılan bütün tutarlar Amerikan “yardımını” alan ülkelerde askeri amaçlarla açık bir şekilde kullanılacak.

Daha Amerikan “yardım” sisteminin reorganizasyonundan önce, Amerikalılar, 1951’de, bilindiği gibi ekonomik “yardım” çerçevesinde kurulan bedel fonlarından Türkiye’nin doğrudan askeri hazırlıkları amacıyla önemli bir tutar ayırdılar. 1951 yılı boyunca, Amerikalılar tarafından dondurulan 384.169.000 liradan 5.500 bin lira “askeri programla ilişkili kimi malzemelerin üretiminin sağlanması” için, 163.529 bin lira da “Türkiye’nin askeri potansiyelinin artırılması” ve Türk ordusunun silahlandırma programının tamamlanması içindi. Bu son tutarın şu şekilde harcanması öngörülüyordu:

1. Ordunun mevcudunun artırılması.

2. Askeri teknik personelin hazırlanması ve eğitimi.

3. Piyade silahlarının, cephanelerin ve diğer askeri malzemelerin üretiminin genişletilmesi.

4. Havaalanları, askeri üs ve tahkimat sistemlerinin inşası.

5. Askeri malzemeler satın alınması ve temin edilmesi.

… 1951 boyunca da askeri “yardım” hesabından Türk ordusu ve donanması için malzeme ve silah teminine devam edildi. … Geçen yıl Amerikan silahları tedarikinin temposu belirgin şekilde düştü; bu, Amerikan silah ve askeri malzemelerin fiyatlarındaki artışla, keza Türk ordusunun Amerikan teknolojisine alışmaktaki yavaşlıkla açıklanabilir. … Bunu, Türkiye’deki Amerikan askeri misyonunun başı General Arnold da itiraf etmek zorunda kaldı; basın mensuplarına açıklamasında, Türk ordusu için temel görevin tedarikin artırılması değil, aldıkları silahlara alışmak olduğunu söyledi. … (“Ulus”, 17 Aralık 1951.)

Bugüne kadar Türkiye’ye gönderilen Amerikan silahları, esas itibariyle hava kuvvetlerinin eski usul ve düşük kalitede silahlı olduğunu gösteriyor. … Genelkurmay Harekât Dairesi Başkanı General Egeli, arkasından da THK komutanı General Göksenin, 1951 yılında, Amerikalılardan yeni tip silahlar ve bilhassa da çağdaş uçaklar temin etmek için ABD’yi ziyaret ettiler. Şu ana kadar Türk Hava Kuvvetleri’ne sadece “Shooting Star” tipi iki eğitim jeti verildi.

Amerikalıların Türkiye topraklarında öncelikle jet uçakları için havaalanları ve üsler kurmak hedefi güttüğünü … kabul etmek gerek.

… “Ulus” gazetesi 12 Aralık’ta, DP parlamento grubunun bir oturumu konusunda, Türkiye’nin Kore’deki birliklerinden birinin eski komutanı olan milletvekili Poyrazoğlu’nun sözlerini haberleştirdi. Poyrazoğlu, Türkiye’nin askeri teçhizatının iyi durumda olmadığını ve Türk ordusunun Kore’deki birliğinde meydana gelen büyük kayıpların da Türk askerlerinin Kore’de bilmedikleri silahları kullanmak zorunda kalmasıyla açıklanabileceğini söylemişti. Dolayısıyla, Türkiye’de ordunun eğitiminin başka ve modası geçmiş silahlarla yapıldığı ortaya çıkıyor. Aynı Poyrazoğlu, yarı resmi “Zafer” gazetesinin 9 Aralık tarihli sayısında Amerikalılara son derece açık biçimde seslenerek şöyle yazıyordu: “Dostlarımız, elimizdeki eski piyade silahlarını ve uçakları değiştirmeliler, üstelik de bunu derhal yapmalılar.”

Amerikalılar, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki kontrollerini sözüm ona Türkiye’ye askeri yardım misyonu üzerinden gerçekleştiriyorlar; bu grup bünyesinde piyade, deniz ve hava grupları bulunuyor. 1951 ortası itibariyle misyonda 900 civarında kişi vardı; bunlar, bütün kıtalardaki küçük ve orta subaylara verilen sayısız kursun başındaki subay, askeri danışman ve eğitmenlerdi. Misyonun mevcudu yıl sonuna doğru … Amerikan dergisi “Time”ın yazdığına göre 1.250 asker ve sivil kişiyi bulmuştu; son dönemde bu gruba jet uçakları için pist inşasına yönelik askeri danışman ve mühendis grupları da katıldı.

Türk ordusunun ve Türkiye’nin askeri bir köprübaşına çevrilmesinin hazırlıklarını teftiş için Amerikan askeri delegasyonları da geliyorlar. .. başlarında Albay Williamson’un bulunduğu, Türk ordusunun yeniden eğitimi meseleleriyle ilgilenen 11 kişilik [bir delegasyon] … başlarında Tuğamiral Hay H. Goodwing’in bulunduğu, Türkiye’nin askeri nakliye hizmetlerinin durumuyla ilgilenen 12 kişilik [bir delegasyon]. … başlarında Korgeneral Pick’in bulunduğu, … havaalanları inşaatlarını teftiş eden 8 kişilik [bir delegasyon].

Amerikan askeri misyonu, Türk ordusuna silah temini ve yeniden eğitiminden başka, askeri önem taşıyan yol, havaalanı, liman ve diğer tesislerin inşaat ve tadilatını da yürütüyor.

Amerikalılar 1951’de Türk askeri sanayiinin reorganizasyonuna giriştiler. … Amerikalılar, Türkiye’nin askeri fabrikalarının tadilatı ve genişletilmesi işine, planlanmış askeri ve ekonomik “yardımdan” başka 7-10 milyon dolar daha vereceklerini vaat ettiler. Türk sanayiinin önüne, bazı Amerikan silah ve cephane türlerinin üretimine geçme, askeri üretim envanterini genişletme, askeri sınai çıktılarını belirgin ölçüde artırma görevi konuldu.

1951 yılında … Amerikan askeri gemilerinin Türkiye limanlarını ziyaretleri devam etti. Yıl boyunca İstanbul’u üç büyük filo ile muhtelif askeri gemiler ziyaret ettiler; bunlar toplamda 37 Amerikan askeri gemisiydi. İzmir limanına toplam 26 gemiden oluşan üç filo girdi. … her konuk filonun bünyesinde büyük bir uçakgemisi ile birkaç da ağır kruvazör bulunuyordu. … Çok sayıda askeri geminin Türk karasularını ziyareti, öncelikle, Ege ve Marmara denizlerinin ve bilhassa da Boğazlar bölgesinin seyrüsefer şartlarını tanımak amacını güdüyor.

Amerikalılar, ülkenin iç hayatına etkide bulunmak amacıyla sadece açık ve gizli “tavsiyelere” değil propagandaya da başvuruyorlar. … Amerikalılar, Türkiye ile ABD arasındaki bir dizi anlaşmayla (27 Aralık 1949 tarihli ekonomik yardım mutabakatı ve kültürel mutabakat[11]) sağladıkları geniş haklara dayanarak Türkiye Bakanlar Kurulu’na bağlı Basın, Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nü fiilen Amerikan propagandasına hizmet eden bir organa çevirdiler. Türkiye’nin gazete ve dergilerinin sayfaları, Amerikan basınının propagandasının yinelendiği makale ve haberlerin yayını için açılıyor. Basında ve radyoda ABD’nin saldırgan siyasetinin geniş bir şekilde propagandası yapılıyor, kötü şöhretli Amerikan hayat tarzı göklere çıkartılıyor, Türkiye’ye Amerikan ekonomik ve askeri “yardımı” reklam ediliyor. Amerikalılar, kimi Türk gazete ve muhtelif dergilerini doğrudan satın alma yoluna da gidiyorlar. Gazeteci çevrelerinde, İstanbul’da yayınlanan “Vatan” gazetesinin Amerikalılar tarafından sübvanse edildiği ileri sürülüyor.

… ABD ve Türkiye arasında öğrenci ve öğretim görevlisi değiş tokuşu da sürüyor. Muhtelif uzmanlıklarda Amerikalı profesörler ve “araştırmacılar” Türkiye’ye gönderiliyor. ABD, Türkiye’deki kitap pazarını kelimenin tam anlamıyla Amerikan “edebiyatıyla”, sinemaları da ikinci sınıf Hollywood yapımlarıyla dolduruyor.

Amerikan büyükelçisinin genel yönetimi altında propaganda faaliyetleriyle bu ülkede kurulan bir dizi özel Amerikan örgütü ilgileniyor. … United States Information Service’i, 1951 Haziran ayında kurulan ve önüne … İngilizce kursları verilmesi, muhtelif tartışma, konferans ve münazaraların yapılması, konserler ve sergiler örgütlenmesi hedeflerini koyan “Ankara Türk-Amerikan Derneği”ni … anmak gerek.

… Amerikan propagandası, Sovyetler Birliği’ne karşı açıkça ifade edilen düşmanca bir nitelik taşıyor. Sayıları son zamanlarda artan milliyetçi ve turancı örgütlerin faaliyetleriyle sıkı bir şekilde ilişkili. …

Türkiye’nin, ABD’nin saldırgan planlarına katılımı, ülkede rahatsızlığa yol açıyor. Ancak sert polis terörü şartlarında bu rahatsızlık yetkililer tarafından bastırılıyor. “Vatan” gazetesinin haberine göre 1951 Temmuz ayında Konya’da, Kore’de savaşan askerlerin ailelerine kimliği bilinmeyen kişiler tarafından “Barış Yolu” broşürleri gönderildi; broşürlerde, “Türkiye’nin iflasın eşiğinde olduğu” söyleniyordu ve “Amerikan köleliğinden kurtulmak” çağrısı yapılıyordu.

Basında, artık yerleşen, bütçe açığının Amerikan “yardımlarıyla” kapatılması uygulaması da eleştiriliyor. Örneğin “Ulus” gazetesi 20 Şubat 1951’de, hükümetin, bütçenin üçte birini yabancı bir devletin lütfuna bağlamak istediği, bunun da söz konusu devlet ne kadar dost olsa da ülkeyi tehlikeye soktuğunu” yazıyordu. … Türkiye gazeteleri … Amerikan “yardımının” Türklerin umduğu sonuçları vermediğini birçok defa itiraf ettiler. … “Hürriyet” gazetesinde muhtelif zamanlarda, Amerikan ekonomik “yardımının” ülkenin yeniden tesisine katkıda bulunmadığının, bu yardımın “ne kadar önemsiz olsa da Türkiye’yi sadece Sam Amca’nın kölesi durumuna soktuğunun” doğrudan doğruya söylendiği makaleler yayınlandı. (Hürriyet, 24 Nisan.) Benzer görüşleri 16 Ocak 1952’de Meclis’te milletvekili Salahattin Adil de dile getirdi ve “Marshall Planı’na göre sunulan ekonomik yardımın ne yazık ki olması gereken şekilde olmadığını” beyan etti. (“Zafer”, 17 Ocak 1952.)

… 6 Nisan’da “Hürriyet” gazetesi, “Amerikalı dostlarımı, babalarının mülkü gibi hareket ediyor ve Anadolu’da aceleyle havaalanları inşa ediyorlar,” diye yazıyordu. Aynı gazete, “Türkiye’nin … Avrupa’yı titretirken şimdi bir takım yabancı siyasetçilerin himayesi altına sığınmaktan hoşnut olduğundan” yakınıyordu. (“Hürriyet”, 22 Nisan.) Bu bağlamda 6 Ocak 1952’de “Ankara” gazetesinde yayınlanan ve ABD’nin Türkiye’ye yeni atanan elçisi MacGee’ye Türkiye ile ilişkilerine dair “dostça öğütler” verildiği makale de dikkat çekicidir. … Makalede MacGee’ye, çağdaş Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu olmadığı, Türk halkına vakur bir halk olarak yaklaşılması gerektiği, Türkiye’de yabancı paranın hükümet değişikliklerinde güya rol oynamayacağı hatırlatılıyor.

… Bayar, Meclis’te 1 Kasım 1951’deki konuşmasında Amerikan askeri “yardımının” artırılmasının zaruri olduğunu söyledi. Başbakan Menderes de Amerikan halkına bayram mesajında aynı şeyi belirtti.

… Türkiye’nin yöneticileri, Amerikalıların Türkiye’nin iç işlerine teklifsiz karışmalarından her zaman hoşnut değiller.

Bu türden rahatsızlığın kendine has bir örneği, bu yılın başında Türkiye Hükümeti ile Marshall Planı yönetimi arasında kimi bakanların kabineden uzaklaştırılmasına yönelik çıkan çelişkidir. Bilindiği gibi Türkiye Hükümeti, Marshall Planına göre alınan traktörlerin dağıtımıyla ilgili Amerikan “tavsiyelerini” kabul etmedi ve bu amaçla birinci Menderes kabinesinin devlet bakanı ve Tarım Bakanı tarafından imzalanan anlaşmayı feshetti. Bu sırada Türkiye gazeteleri, “iki ülke arasındaki ilişkileri gölgelemek istemeyen Amerikan Hükümeti’nin büyük bir ihtimalle Russell Dorr’u geri çağıracağını” yazdılar. (“Ulus”, 29 Mart 1951.)

Türkiye Hükümeti dış siyasetinde ABD Dışişleri’nin talimatlarını yerine getirmeye devam ediyor. …

Türkiye, Kore’deki Amerikan saldırganlığına katılmaya devam ediyor. BM’deki Türkiye temsilcileri Amerikan-Britanya bloğunun diğer ülkelerinin temsilcileriyle birlikte, Çin Halk Cumhuriyeti’ni “saldırganlıkla” suçlayan Amerikan tasarısına oy verdiler; BM’deki Türkiye temsilcisi Selim Sarper de demokratik Çin’e karşı yaptırım komisyonunun başkanı oldu. …

O sırada ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı olan MacGee ile Amerikan havacılık bakanı Finletter, Şubat ayı ortasında Türkiye’ye geldiler. Büyükelçiliğimizdeki istihbarata göre (Suriye ve Avusturya elçileriyle gazeteci Psalti’nin ifadeleri), Ankara görüşmeleri esnasında Türkiye topraklarında askeri üsler kurulması meselesine temas edildi.

Gene Şubat ayında yapılan, Yakın ve Orta Doğu ülkelerindeki Amerikan askeri ataşelerinin Ankara Konferansı’nda, bu bölgede Amerikan askeri üsleri meselesi incelendi.

14—21 Şubat tarihleri arasında İstanbul’da MacGee’nin başkanlığı altında Yakın ve Orta Doğu ülkelerindeki Amerikan diplomatik temsilcileri konferansı yapıldı. Konferans çalışmalarına Amerikan havacılık bakanı Finletter de ile Doğu Atlantik ve Akdeniz’deki Amerikan donanma komutanı Amiral Carny de katıldılar. Amerikan elçiliği, konferansın temel hedefinin, Yakın ve Orta Doğu ülkelerini (öncelikle de Türkiye’yi) saldırgan bir bloğa çekmeye ve bu ülkelerde Amerikan askeri üsleri kurmaya yönelik önlemler üzerinde çalışılması olduğunu açıkladı.

Bunların ışığında, Amiral Carny (Ocak—Şubat 1951) ile Koramiral Boon’un ziyaretlerini incelemek gerekiyor. Elçilikteki istihbarata göre, Finletter, Canry ve daha sonra da Boon, Ankara’da, Türkiye topraklarındaki askeri üslerin kullanılması üzerine görüşmeler yürüttüler. Elçilikte (Sovyet elçisinin İsrail elçisiyle görüşmesinden) Türkiye Hükümeti’nin Türkiye topraklarındaki üsleri Amerika’dan “güvenlik” garantisi almak için kullandığı istihbaratı alındı.

ABD’den Türkiye için resmi, üzerinde anlaşılmış “güvenlik” garantileri almak meselesi, geçen Türk diplomasisinin başlıca göreviydi. Türkiye Hükümeti, Türkiye’yi her halükârda, ABD’nin de bulunduğu saldırgan herhangi bir bloğa, veya Atlantik Paktı’na, veya planları hazırlanan Akdeniz Paktı’na, veya Orta Doğu’da herhangi bir bloğa katmayı hedefliyordu.

Türkiye Hükümeti, ABD’nin 1939 tarihli Britanya-Fransa-Türkiye anlaşmasına katılmasını da Amerikan “garantileri” alma yollarından biri sayıyordu. ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı MacDermott’un beyanatından anlaşıldığı gibi, Türkiye’nin ABD’deki Büyükelçisi 23 Ocak 1951’de ABD Dışişleri Bakanlığı’nın önüne, Amerika’nın 1939 tarihli Britanya-Fransa-Türkiye anlaşmasına katılması meselesini resmi olarak koydu. Ancak Amerikalılar, Türkiye’yi bir bölgesel saldırgan askeri blok içinde kendi saldırgan planlarını gerçekleştirmeye katmak hedefiyle, Türklerin bu teklifini esasen geri çevirdiler; bu blok, Amerikan diplomasisinin iddiaları hilafına, BM Şartı ile çelişiyor.

Yukarıda anılan, Türkiye’nin Amerika ile saldırgan bir blokta birleşmesi planları, Orta Doğu’da Britanya ve ABD arasındaki çelişkilerin varlığıyla zora giriyordu.

Bu takdirde Türklerin 1939 tarihli Britanya-Türkiye mutabakatına önem vermeyi bırakacağından endişe eden Britanya, Türkiye’ye Amerikan garantileri verilmesiyle pek ilgili değil. Bilindiği gibi, Atlantik Paktı’nın sınırlarını Türkiye ve Yunanistan’ı da katarak genişletme çabası, Atlantik Paktı’nın paktla üstlendikleri yükümlülükleri Orta ve Yakın Doğu’ya kadar genişletmek istemeyen küçük üye devletlerinde karşı çıkışlar doğuruyordu.

1951 Nisan sonu ve Mayıs başında Türkiye Hükümeti, bazı diplomatik temsilcileriyle (Londra, Paris, Roma, Washington, Kahire büyükelçileri) Ankara’da bir toplantı düzenledi. Toplantıda Türkiye’nin Atlantik Bloğu’na girmesi meselesi tartışıldı. Basında yer alan haberlere göre toplantıda, Türkiye’nin kendisine Atlantik Bloğu çerçevesinde “güvenlik” garantileri sunulmasına dair ricasına ABD’nin “olumlu tavrını” ve Britanya ile Fransa’nın olumsuz tavrı vurgulandı ve Paris ve Londra hükümetleri nezdinde bu meseledeki tutumlarının değiştirilmesini sağlamak hedefiyle yeni girişimlerde bulunulması kararı alındı. Daha sonra da bu girişimlerde bulunuldu.

Amerika Birleşik Devletleri de … 1951 Mayıs ayı ortasında Britanya ve Fransa hükümetleri nezdinde girişimlerde bulundu ve onlara Türkiye’nin Atlantik Paktı’na katılması meselesiyle ilgili tutumlarını gözden geçirmelerini önerdi.

… Britanya … esas itibariyle Türkiye’nin Atlantik Paktı’na siyasi olarak katılması, ancak askeri olarak Britanya’nın Orta Doğu’daki “savunma” sistemine girmesi ve silahlı kuvvetlerini Britanyalı komutan General Robertson’un emrine sunması şeklindeki kendi planını öne sürdü.

Türkiye’nin Atlantik Paktı’na kabulü meselesi, Pakt’ın üye ülkelerinin temsilcileri tarafından 1951 Eylül ayındaki Ottowa Toplantısı’nda da tartışıldı. Atlantik Paktı Konseyi, ABD’nin baskısı altında, Atlantik Paktı’nda bulunan ülkelerin hükümetlerine, Türkiye ve Yunanistan’ın kabulünü onaylamalarını tavsiye eden bir karar aldı. …

Ottowa Toplantısı’nın üzerinden çok geçmeden Amerikalılar ve Britanyalılar, Türklere, Türkiye’nin Atlantik Paktı nezdinde ve Orta Doğu’da Türkiye’nin katılımıyla kurulması planlanan (“Orta Doğu Komutanlığı” denilen) askeri blok nezdindeki yükümlülüklerini tespit etmek amacıyla askeri görüşmeler başlatmalarını önerdiler. 12 Ekim’de bu görüşmeleri yürütmek için Ankara’ya, Amerikan ordusu kurmay heyetleri birleşik grup başkanı General Bradley’nin başında olduğu bir ABD, Britanya ve Fransa heyeti geldi. Heyet bünyesinde Britanya ordusu Genelkurmay Başkanı Feldmareşal Slim ile Fransız ordusu Genelkurmay Başkanı General Lecher de bulunuyordu.

13 ve 14 Ekim’de, ABD, Britanya ve Fransa’dan yukarıda anılan askeri heyetin, keza bu ülkelerin Ankara’daki büyükelçilerinin ve Türkiye’deki Amerikan askeri misyon şefinin, Türkiye tarafından ise başbakanın, dışişleri bakanının, savunma bakanının, genelkurmay başkanının, kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanlarının, Genelkurmay Harekât Daire başkanının ve dışişleri bakanlığı, savunma bakanlığı ve Genelkurmay’dan bir dizi personelin katıldığı görüşmeler yapıldı.

Türkiye Hükümeti tarafından yayınlanan resmi açıklamada … görüşmelerde “Türkiye’nin muhtelif hak ve yükümlülüklerle Atlantik Paktı’na resmi olarak kabul edilmesinden sonra bunun pratikte hayata geçirilmesine dair tartışma konusu olan muhtelif meselelerin gözden geçirilmesi, keza bu meselelerle ilişkili olan Orta Doğu’nun güvenliği meselesinin gözden geçirilmesi” hedefi  güdüldüğüne işaret ediliyordu.

Ankara görüşmelerinde Türkler, Ankara’daki diplomatik çevrelerde bu hususta ortaya çıkan görüşe göre, Türkiye’nin Atlantik Paktı’na “eşit şartlarda” ve ek bir yükümlülük getirmeksizin kabul edilmesini, Türkiye’nin Eisenhower komutanlığı bölgesine dahil edilmesini, planları yapılan Orta Doğu grubunun General Eisenhower’in komutanlığına bağlanmasını ve bu grupta kara kuvvetleri komutanlığı görevinin de bir Türk generaline verilmesini talep ettiler. Türkler, Türkiye’nin Atlantik Paktı’na katılımından doğan yeni yükümlülüklere gönderme yaparak Amerikan askeri ve ekonomik “yardımında” önemli bir artış da hedeflediler. Atlantik Bloğu’nun örgütleyicileri ise Türkiye topraklarının Sovyetler Birliği’ne karşı saldırgan amaçlarla kullanılmasını, keza Türkiye’nin Yakın ve Orta Doğu’da emperyalist devletlerin jandarması olarak kullanılmasını istiyorlardı.

… 5 Aralık tarihli Türkiye gazetelerinin bildirdiğine göre, Türkiye Hükümeti Yunanistan Hükümeti ile birlikte, Türkiye’nin Atlantik Paktı’na kabulünün onaylanmasını hızlandırmak için Atlantik Bloğu üyeleri nezdinde bu meseleye yönelik girişimde bulundular. Türkiye Dışişleri Bakanı Köprülü, Kasım ayında Paris’e yaptığı ziyareti bu amaçla kullanmaya çalıştı; bu ziyaret sırasında ABD, Britanya ve Fransa bakanlarıyla, keza Pakt üyesi diğer ülkelerin bakanlarıyla görüştü.

Bu raporun yazılmasına doğru Ottowa kararı … Norveç, Danimarka, Kanada, Fransa, Hollanda, Lüksemburg tarafından onaylandı; ABD Kongresi Senato Komisyonu ile İtalyan parlamentosunun ilgili komisyonu da kararı onayladılar. Britanya Hükümeti de parlamentoya sunmadan onay verdi.

Türkiye’nin saldırgan bloklar sistemi içindeki yeri meselesi daha karmaşıktır. Bu mesele, ne Ankara toplantısında, ne de Atlantik Paktı Konseyi’nin Kasım ayında Roma’daki oturumunda çözüldü.

Türkiye Hükümeti, Kasım ayı ortasında, Atlantik Paktı nezdinde daimi askeri grupta Türkiye’nin temsilcisi olarak Amiral Ulusan’ı gönderdi. Bu grup, Türkiye ve Yunanistan temsilcilerinin katılımıyla, Kasım sonunda Türkiye’nin Atlantik Paktı içindeki yeri meselesini gözden geçirdi. Adı geçen Türkiye gazetelerindeki haberlere göre Britanyalılar bu defa da Türkiye ve Yunanistan’ın Eisenhower komutanlığına dolaysız katılımına itiraz ettiler. Daimi gruptaki Amerikalılar ise Türkiye ve Yunanistan için Eisenhower komutanlığının altında ayrı bir komutanlık tesis edilmesinden yana görüş belirttiler. Belli ki Türkiye’nin kendi komuta bölgesine dahil edilmesinin zaten epeyce karmaşık olan Atlantik Bloğu ordusu kurma meselesini güçleştireceğinden endişe eden Eisenhower, Britanyalıların görüş açısına yatkındı.

Ne var ki, Churchill’in Truman’la 1952 Ocak ayında görüşmesinden sonra Türkiye basınında, Britanya’nın, Türkiye’nin Eisenhower komutanlığına katılmasına itirazlarından vazgeçtiği haberleri yer aldı. … Bu meselenin, Atlantik Bloğu’nun Şubat ayındaki Lizbon oturumunda çözüleceği, Türkiye Hükümeti’nin bu toplantıda Atlantik Bloğu’na eşit haklı bir üye olarak katılmayı umut ettiği haberleri yer aldı. …

12 Aralık’ta Türkiye gazetelerinde çıkan, bir Ankara ajansı kaynaklı, Köprülü’nün DP’nin parlamento grubundaki konuşması haberi, muhalefet basınında sert eleştiriye neden oldu. Habere göre Köprülü burada, Türkiye’nin Atlantik Paktı’na katılımıyla ilgili bir soruya cevap vermeyi reddetmiş, “böyle bir sırrı gizli tutmak gerektiğini” söylemişti. …

Türkiye’nin Atlantik Paktı’na girmesi, Orta Doğu Komutanlığının kuruluşuna katılması ve bu durumlar yüzünden Türkiye’nin komşu devletlerle ilişkilerinin kötüleşmesi, keza Türkiye’nin Kore halkına karşı Amerikan saldırganlığına katılması, ciddi bir endişe doğuruyor. … Başbakan Menderes’in ve Dışişleri Bakanı Köprülü’nün Meclis’te sık sık ve konuşma süresini aşarak, hükümetin dış siyasetinin “haklılık ve akılcılığını” kanıtlamaya çalıştıkları beyanatlar vermeleri şaşırtıcı değildir.

… Suriye elçisi, 26 Ocak’ta Sovyet büyükelçisi ile görüşmesinde, … planlarına göre Amerikalılara Türkiye’de havaalanları inşa etme hakkı tanındığını, bunun için gerekli inşaat malzeme ve araç gereçlerinin ABD’den getirileceğini, bu havaalanlarının barış zamanlarında Türkler, savaş halinde ise Amerikalılar tarafından kullanılmasının düşünüldüğünü kesin bir şekilde öğrendiğini bildirdi.

4 Ocak 1952’de Türkiye’deki Amerikan elçiliği görevine eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı MacGee geldi. … Türkiye gazeteleri, Ankara’nın, Yakın ve Ortadoğu ülkeleri hususundaki siyasetin belirleneceği batı devletlerin faaliyet merkezi haline gelmekte olduğunu” yazıyorlardı. MacGee’nin atanmasının Türkiye’ye elçi olarak atanmasının Amerikalıların Yakın ve Ortadoğu ülkelerine onları da saldırgan bloklara çekme hedefi güden niyetleriyle ve dahası, Türkiye’yi yerkürenin bu bölgesinde Amerikan siyasetinin sürdürülmesi için silah olarak kullanma niyetleriyle ilişkili olduğunu ileri sürmek gerekmektedir. …

IV. Kısım

Türkiye ve SSCB İlişkilerinin İncelenmesi ve Analizi

… Türkiye’nin yöneticileri, Sovyetler birliği ile ilişkilerin iyileştirilmesine dair hiçbir işaret ortaya koymadıkları gibi, tersine, pratik eylemleriyle, ülkemize karşı açıktan düşmanca bir siyaset izlediklerini gösterdiler. Bu siyaset, Türkiye’nin Atlantik Bloğu’na bağlanmasında, onun Orta Doğu Komutanlığı planlarına katılımında ortaya çıktı. Türkiye Cumhurbaşkanı Bayar, Meclis’in 1 Kasım’daki açılış konuşmasında, benzer vesilelerle yapılan daha önceki cumhurbaşkanı konuşmalarından farklı olarak, Türkiye-Sovyet ilişkilerinden hiç söz etmedi. … “İstanbul” gazetesi yorumunda, Bayar’ın Türkiye-Sovyet ilişkileri konusundaki suskunluğunun gerçekte “SSCB ile ilişkilerin neredeyse hiç mevcut olmadığının altını çizdiğine” dikkat çekti.

… Türkiye’nin yöneticileri, sözüm ona Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan bir “dış tehdide” dair her tür tedbirle halka telkinde bulunuyorlar. Bu bağlamda Türkiye basını da sık sık Boğazlarla ilgili malum önerilere, 1925 anlaşmasının feshine ve toprak meselelerine gönderme yapıyor, bütün bu meseleleri çarpık bir şekilde aktarıyor.

… Türkiye’nin eski Dışişleri Bakanı, CHP üyesi Sadak, 16 Ocak 1951’de “Akşam” gazetesinde şöyle yazıyordu: “Türkiye sürekli olarak dış ve iç tehditlerle karşı karşıya bulunuyor. Dış tehdit sadece komşumuz Sovyet Rusya’dan gelebilir ve bunu gizlemenin anlamı yok. İç tehdit komünizm ve irticadır ki bunlar da komşumuz tarafından üretilip oradan ülkemize sirayet etmiştir.”

1951 Ocak ayında Türkiye gazetelerinde, Sovyetler Birliği’nde Türk toplumunun güya “zulme uğradığına” dair müfteri makaleler çıktı. Aynı ay gazeteler, Bulgaristan-Türkiye sınırında “Sovyet kıtalarının yoğunlaşmakta olduğuna” dair gerçek dışı haberler de yaydılar. … Şubat ayında Meclis’teki açıktan faşist milletvekili Mocan [Şevket; DP Tekirdağ milletvekili — H.Y.], hükümete soru önergesi vererek, Türkiye Hükümeti tarafından 1945’te Sovyet yetkililerine teslim edilen “Azerbaycan, Kırım ve Türkistan kökenli 156 siyasi sürgünün” güya “[Ermenistan’daki] Sardarabad barajı civarında Ruslar tarafından yok edildiklerini” iddia etti.

Gazeteler, SSCB’ye dair her çeşit müfteri “hatırat”, “not”, “derleme” yayınlıyor, bu uydurmaları da Anglo-Amerikan kaynaklarından almayı tercih ediyorlar. Türkiye gazeteleri Nisan ayında hain Kravçenko’nun[12] “Hürriyeti Seçtim” adlı kitabıyla Nora Murrad diye birinin “Neden Rus Casusu Oldum” başlıklı uydurmalarını yayınlamaya devam ettiler. Gazeteler, Sovyet kıtalarının İran-Sovyet sınırında “yoğunlaşması” ve SSCB’nin İran’ın iç işlerine “müdahalesine” dair uydurmalarla da meşgul oldular. … Benzer uydurmalar, Mısır’daki olaylarla ilgili olarak da Türkiye basınının sayfalarında yer buldu. Türkiye basını, Mısır’ın Orta Doğu Komutanlığı’na katılma önerisini reddetmesini de “kızıl ajanların” faaliyetlerinin sonucu gibi resmetmeye çalıştı.

… Türkiye basını, ülkedeki hoşnutsuzlukları da Sovyetler Birliği’nin sözüm ona “tahrikleriyle” açıklamaya çalışıyor. Örneğin eski Ziraat Bakanı Oral, 9 Nisan tarihli “Hürriyet” gazetesinde, “Türkiye’de meydana gelen karışıklıkların, bu kapsamda Atatürk’ün hatırasına saldırıların da, Moskova’nın casuslarının faaliyetleri” olduğunu iddia etti. Türkiye gazeteleri Temmuz ayında, Türkiye pazarında güya “Rus menşeli” sahte dolarların görültüğü söylentilerini de yaydılar.

… Türkiye basını, kuşkusuz ki yetkililerin teşvikiyle, Türkiye’deki Sovyet kuruluşları ve Ankara ve İstanbul’daki Sovyet diplomatik çalışanlarına dair uydurma ve provokasyonlara da başvurdu. 22 Ocak 1951’de “Son Havadis” gazetesi, “Lavrişçev’in Ankara’daki esrarengiz faaliyetleri” başlıklkı bir makale yayınladı. Makalede, Sovyetler Birliği’nin “Türkiye’deki dahili atmosferi” bozmak istediği, Lavrişçev’in de “Yunanistan’daki karışıklıkların örgütlenmesinin bir numaralı kahramanı” olduğu ve onun Türkiye’ye elçi atanmasıyla “Türkiye’yi Rusya ile, Finlandiya’yla imzalanan gibi bir anlaşmaya mahkûm etmenin ve uydusu haline getirmenin” amaçlandığını iddia ediyordu. Gazeteler Ağustos ayında, Türkiye’de güya Sovyet Büyükelçiliği ve İstanbul’daki Başkonsolosluk tarafından idare edilen “büyük bir casusluk ağının” açığa çıkarıldığı, Polonya Konsolosluğu çitlerinde güya “bir Rus casusu” tarafından atılan, Diyarbakır’daki askeri havaalanının “planı” bulunduğu uydurmalarını yaydılar. …

Türkiye’nin hakim çevreleri … halka Sovyetler Birliği hakkında gerçeği söylemekten korktuklarını gizlemiyorlar. Meclis milletvekili, şimdi muhalefette bulunan Cumhuriyet Halk Partisi üyesi Eyüboğlu, Ankara’daki eski Polonya Büyükelçisi ile görüşmesinde, Sovyetler Birliği’nin doğu vilayetleri ve Boğazlarda üs kurulması üzerine hak iddialarının Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin normalleşmesine engel olduğunu söylüyordu; Eyüboğlu bununla birlikte, Türkiye’nin hakim çevrelerinin Sovyet iddialarından çok daha fazla olarak SSCB’de mevcut sosyal sistemden ve bu sistemin Türkiye’ye olası etkisinden korktuklarını da söylemişti.

… Türkiye’nin hakim çevreleri, gerici turancı örgütlerin ve onların basınının faaliyetlerinin aktive olmasına da her türlü hoşgörüyle yaklaşıyorlar. “Volkan”, “Türk Yolu”, “Büyük Doğu” vb. turancı gazete ve dergilerde, devamlı surette, Sovyetler Birliği’nin zamanında SSCB’den kaçmış olan yeminli düşmanları boy gösteriyor. 1951 sonunda Türkiye’de, “Kuzey Kafkasya Kültür ve Karşılıklı Yardımlaşma Derneği” adıyla yeni bir turancı örgüt kuruldu. Bunun örgütleyicileri, Kırım ve Kafkaslarda Sovyet iktidarının kurulmasından sonra Türkiye’ye kaçan bilinen musavatçılar ve başnaklardır. Söz konusu derneğin tüzüğünde görevleri şöyle ifade ediliyor: 1) Kuzey Kafkasya’nın tarihi ve kültürüyle ilgili bilgileri toplamak, işlemek ve yaymak; 2) dergi ve gazeteler yayınlamak ve kültürel amaçlı toplantılar düzenlemek; 3) Kuzey Kafkasya kökenli ihtiyaç sahiplerine maddi ve manevi yardımda bulunmak.

… Türkiye’deki turancıların faaliyetlerine Amerikalılar ilgi gösteriyorlar. Ankara’daki eski Polonya Büyükelçisi Druto, Türkiye’deki kaynaklardan, ABD’nin Ankara elçiliği bünyesine turancılar arasında çalışmak için özel bir görevli geldiği istihbaratını edindi. Canningham adlı bu görevli daha önce de SSCB’de elçilik ve konsolosluklarda görevliymiş. Bu istihbarata göre Canningham’ın görevi, bilhassa, Türkiye Hükümeti’nin Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında bir savaş halinde SSCB’nin türki halklarına yönelik uygulaması gereken siyaseti turancılarla birlikte tespit etmek. Canningham’ın Türklere, bu siyasetin temeline Türkiye’nin idaresi altında Türki halkların bir federasyonunun oluşturulması fikrini koymasını önerdiği söyleniyor. Buna göre, Canningham, Köprülü’nün de bu görüşü paylaştığını söylüyormuş. Keza, başka kaynaklardan, Amerikan elçiliğinde gerçekten de Canningham adlı bir çalışanın bulunduğu, ancak bu kişinin kordiplomatik listesinde olmadığı anlaşıldı.

Türkiye Hükümeti 1951 sonunda ABD’ye New York Üniversitesi’nde çalışması için tarih profesörü görünümü altında ünlü turancı, zamanında SSCB’den kaçmış bulunan Zeki Velidi Togan’ı gönderdi. Polonya Büyükelçiliği Başkâtibi Oheduşko tarafından elçiliğimiz danışmanı Kornev’e bildirilen istihbarata göre, Togan gerçekte Amerikalılar tarafından [ABD] Dışişleri Bakanlığı’nda Sovyet-Türkiye ilişkileri meselelerinde uzman statüsüyle daimi çalışması için davet edildi.

Amerikalıların Türkiye’deki turancı faaliyetlere gösterdiği ilginin, Sovyetler Birliği’nde ve halk demokrasisi ülkelerinde yıkıcı faaliyetler için öngörülen sabotörlerin yetiştirilmesi planlarıyla dolaysız bir ilişki içinde olduğu ileri sürülebilir. Türkiye’nin Avrupa Danışma Konseyi’ndeki temsilcisi Ebuzziya, mülteciler için bir Avrupa fonu kurulması üzerine raporun görüşmeleri esnasında, bu raporda öngörülen tedbirlerin Ukrayna, Belarusya ve Kuzey Kafkasya’ya genişletilmesini önermiş ve “bu ülkelerin Avrupa topluluğuna ait olduklarını” iddia etmişti. Ebuzziya, küstahça şöyle demişti: “Bizim şu an SSCB ile ilişkilerimiz itibariyle, Sovyetler Birliği’nde hoşnutsuzluk doğuracak tedbirler almaktan hiçbir korkumuz yoktur.”

… Türkiye’nin hakim çevreleri … Sovyet devlet adamlarının SSCB’nin dış siyasetiyle ilgili konuşmaları karşısında susmak veya çarpıtmak için her şeyi yapıyorlar. Türkiye gazeteleri, Yoldaş İ. V. Stalin’in Şubat 1951’de “Pravda” muhabiriyle yaptığı … atom silahlarıyla ilgili mülakatı yayınlamadılar. Yoldaş A. A. Gromıko’nun Paris’teki Dışişleri Bakanları müsteşarları hazırlık toplantısındaki Türkiye’de askeri üsler inşa edilmesi üzerine beyanatını [da yayınlamadılar]. …

… Dış siyasette bağımsızlığını kaybeden Türkiye Hükümeti, Sovyet-Türkiye ilişkilerinin düzene konulmasını Amerika’ya ve ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin niteliğine bağımlı hale getiriyor. … Gazeteci Atay’ın 28 Ekim 1951 tarihli “Ulus” gazetesindeki ifadesini nakletmek uygun olacaktır. Atay, İkinci Dünya Savaşı’na kadar Sovyet-Türkiye dostluğunun Türkiye için yararından söz ederken şöyle yazıyordu: “Eğer Rusya, emperyalist siyasetinden hemen şimdi vazgeçip elini uzatacak olursa, bu eli tutacak olanların başında Amerika ve Britanya bulunur.”

… Türkiye’nin Atlantik Bloğu’na alınması … kararından sonra … Türkiye Genelkurmay Başkanı Yamut’un … 26 Ekim’de Amerikalı gazetecilere mülakatı … Yamut, Türk ordusunun … Ruslardan gelecek olası bir saldırıya karşı koyacak durumda olup olmadığıyla ilgili … soruya şu cevabı verdi: “Asırlar boyunca Ruslarla savaştığımız gibi şimdi de onlara karşı koyabiliriz.” …

1951 boyunca … Sovyet kuruluşlarına yönelik birçok provokatif eyleme yol verildi. 17 Ocak’ta bir çalışanımız elçilik girişinden içeri girerken “Willis” marka bir araçla giden kimliği belirsiz kişiler elçiliğin karşısında yavaşladılar, aracın kapısını açtılar, “Rus” diye bağırdılar ve tabancalarından elçilik binasına doğru ateş açtıktan sonra büyük bir hızla gözden kayboldular. …

7 Şubat’ta Türk kıyı bataryası, Çanakkale Boğazı’ndan geçerken Sovyet “Pamir” tankerine ateş açtı. Türkiye Hükümeti, 21 Mart tarihli notasında … bu olayı bir eğitim atışı olarak niteledi. … 3 Ağustos’ta 8 Türk uçağı, 15 Ağustos’ta çift motorlu bir Türk uçağı, Sovyet sınırlarını ihlal ettiler. 21 Ağustos’ta Türkiye’nin yarı resmi hükümet gazetesi “Zafer”, 8 Türk uçağının SSCB sınırını ihlal ettiğini doğruladı ve Türkiye Hükümeti’nin, SSCB Hükümetinin bu meseleyle ilgili 6 Ağustos tarihli notasına cevabi notasının içeriğini yayınladı. … Türkiye Hükümeti, ihlal olayını kabul etmek … ve ileride benzer ihlallerden kaçınılacağı teminatını vermek zorunda kaldı. …

Suriye’nin Türkiye’deki askeri ataşesinin verdiği bilgiye göre, Türkiye Hükümeti, Sovyet Hükümeti’nden böyle sert bir nota beklemiyordu. … Türkiye Hükümeti, Sovyet Hükümeti’nin protestosuna ciddi bir anlam vererek, kendi notasında teminatta bulunmaya karar vermişti.

Türkiye’nin yöneticileri … Türkiye’nin bir Amerikan askeri üssüne dönüştürülmesinin, Türkiye’ye herhangi bir biçimde Amerikan “güvenlik garantileri” sağlanmasıyla telafi edilmesini sağlamaya çalışıyorlar. … Türkiye Hükümeti’nin ABD, Britanya ve Fransa Genelkurmay başkanlarıyla Ekim 1951’deki görüşmeleri esnasında Ankara’da, Sovyetler Birliği’nin güya 16 Mart 1921 tarihli Sovyet-Türkiye anlaşmasını feshetmeye niyetli olduğu söylentileri yayıldı. Bu söylentilere değinen “Kudret” gazetesi 14 Ekim’de [Hikmet] Bayür’ün “Rusya Karşısındaki Durumumuz” başlıklı geniş bir makalesini yayınladı. Bayür, eğer Türkiye’nin Atlantik Paktı’na girmesi bahanesiyle 1921 tarihli anlaşmayı feshetme girişimleri olursa, Türkiye’nin “endişelenmesine gerek olmadığını, zira eşit haklarda ve eşit yükümlülüklerde bir pakta kabul edilmesinin onun için yeterli olacağını” yazıyordu. …

… Türkiye’nin … Sovyet Hükümeti’nin Türkiye’nin Atlantik Bloğu’na girmesi meselesiyle ilgili 3 Kasım tarihli açıklamasına ve 30 Kasım tarihli Sovyet notasına ve keza Türkiye ile ilgili 24 Kasım tarihli, Orta Doğu Komutanlığı kurulması planları hakkındaki notamıza tepkisi. … Bütün yorumlar, Türkiye Hükümeti’nin siyasetini haklı çıkarma ve Sovyetler Birliği’nin siyasetine kara çalma girişimlerinden ibaretti. … “Ulus” gazetesinin haberi dikkate değer; burada, ABD, Britanya ve Fransa büyükelçilerinin 4 Kasım’da Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nı ziyaret ettikleri, Sovyet açıklamasının metnini aldıkları ve Türklere, bu açıklamaya verilecek cevapla ilgili kendi düşüncelerini iletme sözü verdikleri anlatılıyordu. Türkiye basınında Sovyetlerin 21 Kasım’da Orta Doğu ülkelerine, 24 Kasım’da ABD, Britanya, Fransa ve Türkiye’ye ve 30 Kasım’da da Türkiye’ye verdiği notalar SSCB’ye karşı düşmanca bir ifadeyle yorumlanıyordu. Bununla birlikte kimi gazeteler, örneğin 23 Kasım tarihli “İstanbul”, Arap ülkelerine Sovyet notasının bu ülkelerde tarafsızlık taraftarlarını ve Orta Doğu Komutanlığı kurulması muhaliflerini güçlendirdiğini ve böylelikle böyle bir komutanlığın örgütlenmesini güçleştirdiğini de itiraf edilmek zorunda kalmışlardı.

… Finlandiya elçisi İvalo, 17 Aralık’ta Sovyet Büyükelçisi ile görüşmesinde … Türkiye’de havaalanlarının Amerikalıların kullanması hesabıyla yapıldığına dikkat çekiyordu. Avusturya elçisi Wildner Sovyet Büyükelçisi ile görüşmesinde, onun kanaatine göre Türklerin aslında barış zamanında üslerini Amerikalılara açmak istemediklerini söylüyor, ancak bununla birlikte, Türkiye’deki havaalanlarının, onları kendi amaçları için kullanmaya niyetli olan Amerikalıların idaresi ve planlarıyla inşa edildiğine de işaret ediyordu. …

Bugünkü Türkiye’nin siyasetçileri Yakın ve Orta Doğu ülkelerinde antiemperyalist hareketin yükselmesi nedeniyle sinirlerine hakim olamıyorlar ve bu ülkelerin Sovyetler Birliği ile ilişkilerinin iyileşmesinden endişe ediyorlar. … Buna dair, eski Dışişleri Bakanı Sadak’ın 28 Aralık’ta “Akşam” gazetesinde yayınlanan makalesi gösterilebilir. Bu makalede şöyle deniyor: “Paris’te BM delegeleri şerefine verilen davetlerde Mısır’ın ve diğer Arap ülkelerinin devlet adamları Rus diplomatlarla kol kola ve kadeh kaldırırken fotoğraflandılar… Eğer Mısır devlet adamları, mevcut durumda Sovyet Rusya ile yakınlaşmanın BM komisyonlarında onunla birlik görüntüsü vermenin ülkelerinin yararına olduğuna gerçekten inanıyorlarsa, naiflik göstermektedirler… Eğer Mısır devlet adamları, bu numaradan mutabakat ve yakınlaşma yoluyla Britanya ve Amerika’yı korkutmak istiyorlarsa, bu durumda da tam bir ciddiyetsizlik göstermektedirler, zira Mısır, komünist dünyayla yakınlaşmaya diğerleri kadar dahi katlanamayacak ve sosyal durumu son derece hassas olan bir ülkedir.”

Aynı sebeple sinirlilik hali, bir başka gazetecinin, Esmer’in 23 Aralık’ta “Ulus”ta yazdığı makalede de görülüyor: “Eğer doğu ve batı arasındaki savaşta İran komünistlerin ellerine düşerse, Irak da tehlikeye girer; bu suretle kargaşaya kapılacak Arap ülkelerinde komünistlere kapı açılır. İran’ın ve Arap ülkelerinin komünistlerin eline geçmesi Türkiye’yi de sarsacaktır.”

Türkiye’nin saldırgan bloklara çekilmesiyle ilgili Sovyet Hükümeti’nin Türkiye Hükümeti’ne demarşları, Türkiye’nin yöneticilerini derinden endişelendirdi. … Türkiye Hükümeti, Sovyet notalarının ülke kamuoyunda etki yaratmasından endişeleniyor ve bu yüzden, gayrı resmi kaynaklardan öğrenildiğine göre, basın idaresi üzerinden Türkiye’nin bütün basın organlarına Sovyet notalarının her türlü küçümseme talimatı verdi.

Köprülü’nün Meclis’te 30 tarihli Sovyet notası vesilesiyle konuşması, Türkiye Hükümeti’nin bu notaya cevap vermekten kaçınma ve keza maceracı siyasetini haklı çıkarmak için gerici Meclis’in desteğini kullanma girişimine işaret ediyor.

Avusturya elçisi Wildner, Türkiye’nin hakim çevrelerinin halet-i ruhiyesini anlatırken, “Türklerin şu anda kendilerini önemsiz hissettiklerini” söyledi. …

Türkiye Hükümeti’nin Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkileri düzene koymak ve iyileştirmekteki isteksizliğine, Türkiyeli yetkililerin, elçiliğimiz tarafından 1951 boyunca Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın önüne konulan güncel meselelere yaklaşımı da tanıklık ediyor.

SSCB Büyükelçisi 2 Ocak ve 1 Şubat’ta Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Akduru’ya, İstanbul radyosunun 704 KHz’den Sovyet radyo yayınına yaptığı engel konusunda bir memorandum verdi. Türkler, Türkiye’nin, 1948’de Kopenhag Konferansı’nda kabul edilen Avrupa Radyo Yayınları Konvansiyonu ve ona ek frekans genişliği planına imza koymadığına gönderme yaparak, Avrupa Radyo Yayınları Konvansiyonu’na uymaya niyetli olmadıklarını bildirdiler. Elçiliğimizin 17 Temmuz tarihli bu konuyla ilgili notasına da Türkiye Dışişleri Bakanlığı henüz cevap vermedi.

17 Ağustos’ta SSCB Geçici Maslahatgüzarı Yoldaş Kornev, Dışişleri Bakanlığı’nın talimatıyla, Türkiye Dışişleri Bakanı Köprülü’ye, Türkiye gazetelerinin, Türkiye Hükümeti’nin Bonn Hükümeti’ne, Almanya’nın Türkiye’deki eski diplomatik gayrimenkul ve binalarını devretmek diyetinde olduğuna dair haberleri hakkında sözlü bir açıklamada bulundu. Açıklamada, söz konusu olan ve Türkiye Hükümeti tarafından Almanya’daki Kontrol Kurulu’nun 30 Eylül 1945 tarihli kararının ihlali şeklinde el konulan gayrimenkullerle ilgili her tür tedbirin gayrı meşru olacağına işaret edildi. Köprülü, bu meselede henüz nihai karar verilmediğini ve kendisi meselenin hukuki veçhesini inceledikten sonra elçiliğimize cevap vereceğini bildirdi. Ancak şu ana kadar bir cevap gelmedi (söz konusu gayrimenkuller de Almanlara henüz verilmedi).

15 Ağustos’ta SSCB Geçici Maslahatgüzarı, Dışişleri Bakanlığı’nın talimatıyla, Türkiye Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Akduru’ya, İstanbul’daki yetkililer tarafından SSCB’nin İstanbul Başkonsolosluğu’na, Büyükada’da bulunan SSCB’ye ait arsada elçiliğimize ait daçanın inşaatının tamamlanmasında çıkartılan engellemeler konusunda sözlü bir açıklamada bulundu. 24 Aralık’ta elçiliğimiz tarafından Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na bu konuda bir nota gönderildi. Ancak Türkler şu ana kadar cevap vermediler ve söz konusu mesele çözülmemiş olarak kalmış bulunuyor.

… Türkiye’deki kamplarda … Türkiyeli yetkililerin Sovyetler Birliği’ne gitmelerine izin vermediği, keza Sovyet elçiliğiyle temas kurmasını da engellediği, yeniden iskâna tabi tutulan Sovyet vatandaşları bulunuyor.

Türkiye gümrük yetkilileri Kasım ve Aralık aylarında Türkiye-Bulgaristan sınırında, yanlarında Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na veya Moskova’daki Türkiye Büyükelçiliğine verilen açık mektuplar olmasına rağmen, bazı diplomatik görevlilerimizin özel eşyalarında arama yaptı. …

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, elçiliğimizin 20 Haziran 1949 tarihli, İstanbul’da Sovyet vatandaşı Makarov’un öldürülmesiyle ilgili notaya da halen cevap vermedi.

Türkler, 1951 boyunca … sınırdaki Aras üzerindeki Sardarabad Barajı’nın hesaplarının düzene konulması … meselesini, Sardarabad baraj gölü suyunun yüzde 50’sini Türkiye’nin kullanabileceği şeklinde devamlı gündeme getirdiler. …

Türkiye ile SSCB arasındaki ticaret 1951’de de daha önceki savaş sonrası yıllarda olduğu gibi önemsiz bir miktardaydı. Bizim 1951’de Türkiye’den ihracatımız, 950.000 TL tutarında 139.051 kilogram tiftik (ödemesi, 1934 tarihli 8 milyonluk kredinin geri ödenmesinden Türk parası olarak yapıldı); 5.297.000 TL tutarında 1.790 ton Türk tütünü (ödemesi Britanya sterlini üzerinden yapıldı), keza 4.200 lira tutarında keçiboynuzu şeklindedir. Ayrıca Sovyet ticari temsilciliği … aracı kullanarak Türkiye’de muhtelif Türkçe kitap ve periyodik yayunları da satın aldı.

1951’de Türkiye’ye Sovyet malları ihracatı olmadı.

1951’de ticari temsilciliğimiz, Türk firmalarından şu mallarla ilgili başvurular aldılar: inşaat odunu ve kereste; paket, rulo veya baskı kâğıdı; mısır ve buğday; çimento ve fotoğraf kâğıdı. Türk firmalarının temsilcileri, temsilciliğimizin çalışanlarıyla görüşmelerde, Sovyetler Birliği’nde anılan mallardan başka demir, pamuklu dokuma, petrol ürünü, pencere camı, ziraat araçları, hesap makineleri vb. almak arzularını ifade ettiler.

 … Bize yün, tütün ve keçiboynuzundan başka kuru üzüm, ceviz, zeytin, badem, incir, limon vb. gibi ikinci dereceden, satışlarına Türkiyeli yetkililer tarafından sınır getirilmeyen mallar satmayı önerdiler. Sovyetler Birliği’ne tütün satışı, Türkiyeli çevrelerde, özellikle de tütün üreticisi köylüler arasında hoşnutlukla karşılanıyordu.

23 Ocak 1952’de Türkiye Dışişleri Bakanlığı Dış Ticaret Müsteşarı İksel, elçiliğimiz danışmanı Kornev’i davet etti ve onunla konuşmasında, … Türkiye’nin … sadece ihracatını değil ithalatını da artırmayı düşündüğünü söyledi. … İksel, bu bağlamda, İzmir’de çıkan “Ticaret” gazetesinde 19 Ocak’ta yayınlanan ve Sovyetler Birliği’nin güya Türkiye’de yeni bir parti tütün almaya ve keza Türkiye’ye çimento ve orman ürünleri satmaya niyetli olduğunu bildiren habere dikkat çekti. İksel, eğer bu haber gerçekle örtüşüyorsa, bu durumda Türkiye’nin SSCB’den çimento, orman ürünleri ve Sovyetler Birliği’nin önerebileceği başka malları büyük bir istekle alabileceğini, Sovyetler Birliği’ne de yeni bir parti tütün ve SSCB’yi ilgilendiren başka mallar satabileceğini söyledi. İksel, … SSCB ticari temsilciliğinin Türkiye Ticaret Bakanlığı ile Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesi meselesini görüşmesinin yararlı olabileceğini de bildirdi. SSCB ticari temsilciliğinden yeni bir parti Türk tütünü alımı ve çimento ve orman ürünleri satışıyla ilgili hiçbir teklif ve sondaj yapılmamış olduğunu belirtmek gerek.

“Ticaret” gazetesinin söz konusu haberinin bizatihi Türkiye’nin hükümet ve ticaret çevreleri tarafından yazdırıldığını da ileri sürmek mümkün olabilir. … Keza, Türk işadamı Fazıl Erman’ın şüphesiz ki Türkiye Hükümeti’nin bilgisi dahilinde 10 Ocak 1952’de elçiliğimizi ziyaret ettiğine ve büyükelçi ile görüşmesinde Türk iş çevrelerinin SSCB ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesini hedefledikleri ve bu hedefin de Türkiye Hükümeti tarafından desteklendiğini söylemesine dikkat çekmek gerek. Elçiliğimize ve ticari temsilciliğimize gelen istihbarata göre … Türkiye’nin iş çevreleri Moskova’da düzenlenme çağrısı yapılan Uluslararası Ekonomi Toplantısı’na ilgi gösteriyorlar.

… Amerikalıların dayattığı ticari rejim, Türkiye’nin dış ticaretinde önemli bir bozulmaya yol açtı. … Bu bağlamda, Türklerin bugüne kadar bize ikinci derecede mallar satmayı teklif etmiş olmaları ve bakır, krom cevheri, kurşun gibi esas itibariyle ABD ve Britanya’ya götürülen malları teklif etmemeleri olgusunu incelemek gerek. Bize Türk tüccar Fazıl Erman tarafından verilen bilgilere göre, SSCB ticari temsilciliği ile Türkiyeli firmalar arasında tütün konusunda ticari işlemleri engellemeye çalışan Amerikalılar, bizim tütün alımımızın sonuna kadar götürülmeyeceği, Türkiyeli yetkililerin SSCB’ye tütün ihracatına, güya Sovyetler Birliği Türk tütününü başka ülkelere ihraç ediyor diye ruhsat vermeyecekleri dedikodularını yaymışlar. Türkler belli ki Amerikalıların etkisiyle bizim ticari temsilciliğimizden, satın altığınız tütünü başka ülkelere ihraç etmeyeceğimize dair yazılı bir garanti istediler. Bu talep, ticari temsilciliğimiz tarafından geri çevrildi ve tütün işi, bizim tarafımızdan böyle bir garanti verilmeksizin tamamlandı.

… Türkiye’nin saldırgan Atlantik Bloğu’na girmesi ve Orta Doğu Komutanlığı kurulması planlarına katılımı, Türkiye topraklarının SSCB’ye karşı Amerikan askeri köprübaşı haline getirilmesi yolunda yeni bir etaptır.

A. Lavrışçev

Büyükelçi Lavrışçev’in imzasını taşıyan bu uzun mektubun altında 15 nüsha halinde kopyalandığı ve şu kişilere gönderildiği belirtiliyor: Stalin, Molotov, Malenkov, Beriya, Mikoyan, Kaganoviç, Bulganin, Hruşçov.

Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından kırktan fazla çevirisi var. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kırmızı Kedi, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor. Güncel makaleleri genellikle Yakın Doğu Haber’de (ydh.com.tr) yayınlanıyor. 

https://asianewstr.com/sscb-ankara-buyukelciliginin-1951-yillik-raporu-turkiye-dis-siyasette-bagimsizligini-kaybetti/


[1] http://medyagunlugu.com/haber/ankaraya-sovyet-notasi-uzerine-notlar-47887

[2] Bu cümlenin altı, Molotov tarafından kırmızı kalemle çizilmiş.

[3] Köprülü bu tutara, 1951 bütçesinin kabul edilmesinden önce alınan 17,5 milyon doları katmıyor. [Belgeye düşülmüş not.]

[4] “Avrupa Ödemeler Birliği”nden “beş eşit parçaya bölünür” ifadesinin sonuna kadar Molotov tarafından kırmızı kurşunkalemle altı çizilmiş.

[5] “Yaklaşık 350 km.” şeklinde dipnot düşülmüş.

[6] Cümlenin altı Molotov tarafından kırmızı kurşunkalemle çizilmiş.

[7] Cümlenin başı Molotov tarafından kırmızı kurşunkalemle işaretlenmiş.

[8] Bu cümle Molotov tarafından kırmızı kurşunkalemle işaretlenmiş.

[9] 1951 Aralık ayında Türkiye’deki Amerikan askeri misyonunun başı olan General Arnold, basın mensuplarına, Amerikan askeri yardımının üç yılda 1 milyar dolara ulaştığına işaret eden bir beyanat verdi. [Metnin orijinaline düşülmüş dipnot.]

[10] Bu cümle Molotov tarafından kırmızı kurşunkalemle işaretlenmiş.

[11] Yayıncının notu: Türkiye, CHP yönetimi sırasında ABD ile bir dizi mutabakata vardı: 12 Temmuz 1947’de askeri yardım anlaşması, 4 Temmuz 1948’de ekonomik işbirliği anlaşması, 27 Aralık 1949’da kültür anlaşması imza edildi.

[12] Sovyetler Birliği’nin ABD’deki ticari delegasyonundayken 1943’te saf değiştirdi. Amerikalı gazetecilerin yardımıyla “I Chose Freedom” adlı bir kitap yayınladı.

 

Yorumlar