Nazım Hikmet'in Budapeşte Radyosundaki Röportajı: İrtica Nedir?



Türk Solu Nazım’ı anlamadı

Nazım Hikmet, “İrtica nedir, mürteci diye kime derler ve ezanın dili” konularındaki soruları, 69 yıl önce, Budapeşte Radyosu’nda yaptığı söyleşide, bakınız nasıl yanıtlıyor: “Şu 1954 senesinde Türkiye’de kime mürteci (gerici) derler, kime inkılâp düşmanı derler, kime “Kemalizm prensiplerinin can düşmanı” derler? “Arapça ezan okutmaya taraftardır. Bu adam mürteci midir, değil midir?” Büyük şairimiz Nazım, Türk toplumunu emperyalizm karşısında iç cephelere bölen bu tartışmalarda bakın nasıl devrimci tavır alıyor:

“Bu, bugünün meselesi değildir. Bugünün meselesi: Kim Türkiye’yi Amerikalılara satmış ve satmakta devam etmektedir, kim Türkiye’nin milli sanayisini mahvetmiş ve mahvetmekte devam etmektedir, kim Türkiye köylüsünü ve işçisini müstemleke (sömürge) haline getirmiş ve getirmekte devam etmektedir, İşte bunlar mürtecidir (gericidir). Kim bizim eve hırsızı sokmuşsa ve kim bizim evde bizi bu hırsıza hizmetçi yapmışsa mürteci olan odur. Kemalizm’in prensiplerine düşman olan odur, vatan haini olan odur. Bunlar Kemalizm’i inkâr etmişlerdir, bunlar vatan hainidir. Bunların haricinde kalan insanlar, dini kanaatleri ne olursa olsun, vicdani kanaatleri ne olursa olsun, hangi siyasî partiye mensup olurlarsa olsunlar, vatanını seven insanlardır. Ve bugünün şartları içinde ileri Türk insanlarıdır.”

Batının Batağına Saplananlar

Ülkemizin Doğu penceresinin yıllarca sıkı sıkıya kapalı tutulup da Batı penceresinin ardına kadar açık oluşunun, bizi getirdiği trajik son, toplumun temelini oluşturan “muhafazakâr” kitleleri anlamamak ve onları, birçok ikincil, üçüncül tali meselelerle oyalayarak, antiemperyalist mücadelenin dışına itmek olmuştur. Bu durum ne yazık ki bugün de devam ettirilmek istenmektedir. Vatan Partisi (Amiral Soner Polat) 11. Kurultayının bütün mesajları, bu türden kafa karışıklıklarını süpürüp atmakta, Türkiye’nin bedenini yeniden kendi ruhuna kavuşturmaktadır.

Batı uygarlığını edinelim, Batı aydınlanmasından yararlanalım derken, 70 yılda kendimizi yitirip emperyalist Batı’nın batağına saplandık. Bu öyle bir saplanış, öyle bir bağlanış ki, canavara olan aşkımızdan, kırılan kemiklerimizin acısını duymaz olduk. Ülkemizi parçalamak, milletimizi bölmek ve devletimizi ortadan kaldırmayı tarihsel bir amaç haline getiren emperyalist Batıya karşı edilgen, ezik, teslimiyetçi, baş eğici tavrımız başka nasıl açıklanır? Kendimizi Batının ayartıcı çekimine, sahte cazibesine kaptırmıştık bir kez. Bugün solda yaşanan sancılar, Türkiye’nin 1940’larda, düz yolda itilip düşürülmesinin eseridir.  

Yurt Çekimsiz Şairin Gönül Çekimi Batıya

Genç bir şair dostum yıllar önce, yıkılmış bir halde işyerime yanıma geldi. Karşıma oturdu ve heyecanla şunları söyledi: “Hiç iyi değilim. Paris’e gidip kendimi Sein Nehrine atacağım.” Arkadaşımın bu ateşli sözleri içtenlikle söylediğinden kuşkum yok. “Aman,” dedim, ben de irkilerek, “Yapma kardeş! Çıkar aklından şu intihar düşüncesini.” O üsteledi, “Yok yok!” dedi “Gidip atacağım kendimi… Sein’e!”

Genç Şair kararlı. Ellerini tuttum, “Kardeşim”, dedim, “Kendine gel. Yapma, ille de bir nehre atlayarak canına kıyacaksan, niçin Fransa’lara kadar gidiyorsun. Yurdumuzda nehirden bol ne var? İlle de atacaksan, kendini Fırat’a at! Kendini yurdunun sularına bırak!” Genç şair bu samimi,  milli önerime biraz bozulur gibi oldu. Fırat denilince, pek mutlu olmadı sanırım.

Bir başka “solcu tiyatrocu” eski arkadaşım da hem gidişattan memnun değil hem de gelişmelere garip bir umut besliyor. Diyor ki:  “Şu Avrupalılar var ya müthiş! Başımıza vura vura bizi adam edecekler, AB’ye sokacaklar.” Her iki arkadaşımın da içine düştüğü ruh hali gerçekte aydınımızın yakalandığı ruh hastalığını, çarpıcı bir şekilde açıklamaya yetiyor. Bu iki arkadaşın ayakları yurt çekiminden kopmuş, gönülleri küreselci çekime kapılmıştı. Yüzlerce benzer durumu temsil ettikleri de kesindi.

Esas olan İnsanın Yurt Çekimidir

Türk şairinin sürüklendiği bu ezik ve milinden çıkmış ruh halini anlamadan, bugün şiirin içine düştüğü kısırlığı, suskunluğu anlamak çok zor. Türk şiiri hangi noktada duruyor? Genel kanaate göre şiir, en kötü dönemini yaşıyor. Bu tespitler, sanırım salt yayımlanan şiirlere bakılarak değil, aynı zamanda şiirin ortamı, etkinliği de incelenerek, düşünülerek yapılıyor. Ben de öyle yapıyorum.

Büyük kütlelerin küçük kütleleri kendine doğru çekme yasasına kütle çekimi diyoruz. Bu evrensel gerçeğe bağlı olarak, herhangi bir çekime bağlı olmayan nesneler nasıl savrulup giderse, şiir (şair) de kendi yurdunun, kendi varoluş evreninin, kök saldığı kendi yaşam gerçeğinin çekim gücünden (ağırlığından) yoksun kaldığı anda savrulur gider. Nesneleri çeken gücün maddi olmasına karşın, şiiri bağlayan yerçekimi gücüyse manevidir. Şiire, şiirlik özelliği kazandıran bu güç, yine insanın (şairin) maddi gerçeği sonunda oluşuyor. Şiirin yurt çekimini açıklayabilmek için insanın yurt çekimini anlamak gerekir. İnsanın yurt çekimini ise maddesel gerçeğin gücüyle kavrayabiliriz.

Sol Nazım Hikmet'i Kavramakta Zorlandı

Nazım Hikmet’i Büyük Türk Devrimi yaratmıştır. Devrim, “taşkın” Nazım’ı korumuştur. Nazım’ın hapse girişi Atatürk’ün ölümüyle aynı süreçtir. Atatürk’ün sağlığında ona dokunamamışlar, ama yönetim kadrolarına sızmış komprador liberallerin adamları, onu halkçı, devletçi, kamucu ve bu nedenle tehlikeli gördükleri için hep izlemişlerdir. Ancak büyük şairi, Atatürk’ün sağlığında hapse atmaya güçleri yetmemiştir. Nazım 31 Ağustos 1938’de hepse atılırken Atatürk hasta yatağındadır.

Büyük şairler kendi ülkelerinden, kendi çekim merkezlerinden uzaklaşsalar bile bağlı oldukları yurdun ve kullandıkları dil yurdunun hep çekimindedirler. Örneğin Pablo Neruda, Nâzım Hikmet ve sürgünde büyük eserler veren diğer şairler gibi. Onların nabzı hep ülkelerinin nabzıyla birlikte attı. Nâzım Hikmet bunun en güzel örneğidir. Türkiye’de bulunduğu yıllarda (üstelik hapisken) nasıl ülkesinin çekim gücüyle destanlar, şiirler yazdıysa, yurtdışına çıktığı zaman da aynı çekim gücüyle şiirler yazdı. Nâzım ülkesinden çok uzaklarda “Şehitler”, “Koreli Subay”, “23 Sentlik Asker” “Beyazıt Meydanındaki Ölü” vb ülke gerçeklerini anlatan pek çok şiir yazarken, Türkiye’de bu olaylarla iç içe yaşayan pek çok şair, bunu başaramamıştır. Niçin? Denilebilir ki, Türk “sol şiiri” Nâzım’ı yeterince anlamamıştır.


Yazan: Hüseyin Haydar AYDINLIK 

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/siirin-yurt-cekimi1-turk-solu-nazimi-anlamadi-355322

Yorumlar